Konya Sohbet Sohbet konya Tıkla

Konya Sohbet Sohbet konya Tıkla
Konya Sohbet Sohbet konya Tıkla

26 Ekim 2009 Pazartesi

Konya Mevlana böregi

Mevlana Böreği

MALZEMELER:
1 çay bardağı yoğurt, 1 çay bardağı zeytinyağı, Biraz su, Yarım limon suyu, Biraz Tuz Alabildiği kadar un, (Ayrıca içi içir yarım kilo kadar zeytinyağı ile karışmış tereyağ)
YAPILIŞI: Bu malzemelerin hepsi konur ve güzelce yoğrulur. Küçük küçük bezeler ayrılır. Dinlenmeye bırakılır. Diğer tarafından bir iki baş soğan yarım kilo kıyma, 1 demet maydanoz, biraz karabiber. Soğanlar bir iki kaşık zeytinyağında kavrulur. Sonra kıyma da ilave edilerek kavrulur. Ateşten indikten sonra maydonozu ilave edilir. Diğer taraftan bezeler incecik açılır. Arası yağlanır tekrar açılır tekrar yağlanır. Ve bir bohça şeklinde dürülerek köşelere iç konulur ve kapatılır. Ondan sonra sıcak fırına sürülür.

Konya Etli ekmek

Etliekmek

Güzel Konyamız ile özdeşleşmiş yöresel yemeklerden en meşhuru etli ekmektir. Etliekmek denince Konya akla gelir ve etliekmek burada yenir. Bu yüzden Konya'ya uğrayan herkes bir kez olsun mutlaka yer. Bir kişinin Konyalı olup olmadığını "etliekmek" deyişinden anlayabilirsiniz. Çünkü Konyalılar genelde hızlıca ' i ' siz : "Etlekmek" derler.


Etliekmekte etin güzel olması ve hamurun ince olması makbuldür. Eskiden et hiçbir zaman makinede çekilmezdi. Tahta tezgâhlarda bir çift bıçakla kıyılırdı. Etin içine biber, domates, maydanoz ve istenirse soğan doğranır. Normal etliekmeklerde 60 gr kıyma, 100 gr sebze (soğan, domates, biber) kullanılır. Bu karışım mahalledeki fırına götürülür. Burada fırıncının mahareti ile mayalı hamurlar fırın küreği üzerinde elle ince ve uzun olarak açılır. İç konur ve üstü açık olarak pişirilir.
Günümüzde et, makinede çekilmektedir. Et, elde iki bıçak arasında doğranarak bu ekmek hazırlanırsa buna bıçak arası, et ve peynir karışık olarak yapılırsa bu çeşidine de Mevlânâ denilmektedir. Bu ekmeğin sadece peynirlisi de yapılmaktadır. Bazen ıspanaklar evde hazırlanarak, fırınlara götürülüp açık veya kapalı pişirilmesi sağlanmaktadır. Konyalı aileler, özellikle hafta sonları bu börekleri yaptırmakta ve aile bireyleri bir araya gelerek hep birlikte yenmektedir. Konya’da sadece etliekmek üzerine ünlenmiş lokanta ve restorantlar bulunmaktadır.

Etliekmek Tarifi: 1 kişilik
Gerekli malzeme:
2 soğan
2 domates,
2 sivribiber
Yarım demet maydanoz
250 gr bıçakarası et
Yarım ekmek hamuru
Tuz, karabiber Etli ekmek (etlekmek) tarifi
YAPILIŞI:
Soğan, domates ve biberleri küçük küçük doğrayın. Maydanozu ince ince kıyın. Doğranmış malzemeleri et ile karıştırıp tuz ve karabiber ekleyin.
Ekmek hamurunu pide şeklinde açın. Hazırladığınız harcı hamurun üzerine yayın. 180 derece fırında 20 dakika pişirin. Sıcak servis yapın.

Mevlana sözleri

evlana'dan Güzel Sözler

Mevlana'nın söylediği ve günümüze kadar insanlığa ışık tutan sözlerinden bazıları:

� Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol, tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol, her ne olursan ol, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.
� Şu dünyada yüzlerce ahmak, etek dolusu altın verir de, şeytandan dert satın alır.
� Vazifesini tam yerine getirmemiş olanın vicdan yarasına ne mazaretin devası ne ilacın şifası deva getirmiş..
� Aşk altın değildir, saklanmaz. Aşıkın bütün sırları meydandadır..
� Yeşillerden, çiçeklerden meydana gelen bahçe geçici, fakat akıllardan meydana gelen gül bahçesi hep yeşil ve güzeldir..
� Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.
� Aşk, davaya benzer, cefa çekmek de şahide: Şahidin yoksa davayı kazanamazsın ki..
� Sen diri oldukça ölü yıkayıcı seni yıkar mı hiç?
� İsa'nın eşeğinden şeker esirgenmez ama eşek yaratılışı bakımından otu beğenir.
� Dert, insanı yokluğa götüren rahvan attır.
� Ehil olmayanlara sabretmek ehil olanları parlatır.
� Leş, bize göre rezildir ama, domuza, köpeğe şekerdir,helvadır.
� Kuzgun, bağda kuzgunca bağırır. Ama bülbül, kuzgun bağırıyor diye güzelim sesini keser mi hiç?
� Pisler, pisliklerini yapar ama sular da temizlemeye çalışır.
� Dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür. Selviyi hür bir halde yücelten, kederi de sevinç haline sokabilir.
� Nasıl olur da deniz, köpeğin ağzından pislenir, nasıl olur da güneş üflemekle söner?
� Akıl padişahı kafesi kırdı mı, kuşların her biri bir yöne uçar
� Tövbe bineği, şaşılacak bir binektir. Bir solukta aşağılık dünyadan göğe sıçrayıverir.
� O beden testisi ab-ı hayatla dopdolu, bu beden testisi ise ölüm zehiri ile. İçindekine bakarsan padişahsın, kabına bakarsan yolu yitirdin.
� Genişlik, sabırdan doğar.
� Korkunç bir kurban bayramı olan kıyamet günü, inananlara bayram günüdür, öküzlere ölüm günü.
� Kim daha güzelse kıskançlığı daha fazla olur. Kıskançlık ateşten meydana gelir.
� Dünya tuzaktır. Yemi de istek. İstek tuzaklarından kaçının.
� Irmak suyunu tümden içmenin imkanı yok ama susuzluğu giderecek kadar içmemenin de imkanı yok.
� Gürzü kendine vur. Benliğini, varlığımı kır gitsin. Çünkü bu ten gözü, kulağa tıkanmış pamuğa benzer.
� Ey altın sırmalarla süslü elbiseler giymeye, kemer takmaya alışmış kişi. Sonunda sana da dikişsiz elbiseyi giydirecekler.
� Eşeğe, katır boncuğuyla inci birdir. Zaten o eşek, inciyle denizin varlığından da şüphe eder.
� Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu, dinleyenin dinlemesinden, anlamasından ileri gelir.
� Oruç tutmak güçtür, çetindir ama Allah'ın kulu kendisinden uzaklaştırmasından, bir derde uğratmasından daha iyidir.
� Ayın, geceye sabretmesi, onu apaydın eder. Gülün, dikene sabretmesi, güle güzel bir koku verir. Arslanın, sabredip pislik içinde beklemesi, onu deve yavrusu ile doyurur.
� Zahidin kıblesi, lütuf, kerem sahibi Allah'tır. Tamahkarın kıblesi ise altın torbası.
� Allah ile olduktan sonra ölüm de, ömür de hoştur..
� Sarhoş, cinayeti yapar da sonra "özrüm vardı, kendimde değildim"der. Kendinde olmayış,kendiliğinden gelmedi sana,onu sen çağırdın.
� İnsan gözdür, görüştür, gerisi ettir. İnsanın gözü neyi görüyorsa, değeri o kadardır.
� Birinin başına toprak saçsan başı yarılmaz. Suyu başına döksen, başı kırılmaz. Toprakla, suyla baş yarmak istiyorsan, toprağı suya karıştırıp kerpiç yapman gerek.
� Yoldaki bir tepecik seni bunaltmış,oysa önünde yüzlerce dağ var
� Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana, içinde inci vardır.
� Adalet nedir? Her şeyi yerine koymak. Zulüm nedir? Bir şeyi yerine koymamak,başka yere koymak.
� Hiçbir kafire hor gözle bakmayın. Müslüman olarak ölmesi umulur çünkü.
� Şu deredeki su,kaç kere değişti,yıldızların akisleri hep yerinde.
� Yol kesenler olmadıkça ,lanetlenmiş şeytan bulunmadıkça,sabırlılar ,gerçek erler,yoksulları doyuranlar nasıl belirir,anlaşılır?
� Oyun ,görünüşte akla uymaz ama çocuk oyunla akıllanır.
�Anlayış,edep şehirlilerdedir. Ziyafet,garip konaklamak da köylülerde.
� Resimler ister haberleri olsun,ister olmasın,hepsi de ressamın elindedir,o elden çıkar.
� Alışsan güvercin sallanan kamıştan kaçar mı hiç?O kamıştan göklere uçan yere alışmamış olan güvercin ürker,kaçar.
� Mal, sadakalar vermekle hiç eksilmez. Hayırlarda bulunmak,malı yitmekten korur.
� Çalınmış kumaş,devamlı kalmaz insanda. Hırsızı da darağacına götürür.
� Ağlayışın,feryat edişin bir sesi,sureti vardır. Zararınsa sureti yoktur. Zararda insan elini dişler ama zararın eli yoktur.
� Her korkuda binlerce eminlik vardır,göz karasında onca aydınlık mevcut.
� Verdiğini geri alan kişi, ***** gibi kusmuğunu yemiş olur.
� Şarap kadehtedir ama kadehten meydana gelmemiştir ki. Ağzını,şarabı verene aç.
� Ekme günü gizlemek toprağa tohumu saçmak günüdür. Devşirme günüyse tohumun bittiği gündür,karşılığını bulma günüdür.
� Bilgi, sınırı olmayan bir denizdir. Bilgi dileyense denizlere dalan bir dalgıçtır.
� Bulutlar ağlamasa yeşillikler nasıl güler?
� Bülbüllerin güzel sesleri beğenilir de bu yüzden kafes çeker onları. Ama kuzgunla baykuşu kim kor kafese?
� Meyve ekşi bile olsa, olmadıkça ona ham derler
� Çayırlıktan, çimenlikten esip gelen yel, külhandan gelen yelden ayırt edilir.
� Dünya malı, bedene tapanlara helaldir.
� Gerçek kokusuyla, ahmağı kandıran yalan sözün kokusu, miskle sarımsak kokusu gibi, söz söyleyenin soluğundan anlaşılır.
� Her dil, gönlün perdesidir. Perde kımıldadı mı, sırlara ulaşılır.
� Ahlaksızların bağırışıyla, yürekli yiğitlerin naraları, tilkiyle arslanın sesi gibi meydandadır.
� Kötü nefis, yırtıcı kuştur.
� Hırsın yemdir, cehennemse tuzak.
� Doğan, avdan av getirir, fakat kendi kanadıyla uçar da avlanır. Padişah da bu yüzden onu keklikle, çil kuşuyla besler.
� Dil, tencerenin kapağına benzer. Kıpırdadı da kokusu duyuldu mu ne pişiyor anlarsın.
� Yemekle dolu karın, şeytanın pazarıdır.
� Sözle anlatılan şey, yalan bile olsa, kokusu, gerçek olduğunu da haber verir, yalan olduğunu da.
� Canım bedenimde oldukça, kulum, köleyim, seçilmiş Muhammet'in yolunun toprağıyım. Birisi sözlerimden bundan başka söz naklederse, o kişiden de bezmişim ben, o sözden de.
� Sevgiden, tortulu bulanık sular arı-duru bir hale gelir. Sevgiden, dertler şifa bulur. Sevgiden, ölüler dirilir. Sevgiden, padişahlar kul olur. Bu sevgi de bilgi neticesidir.
� Mumundur karanlık veren sana. Anlatırdım bunu ama, gönlünün beli kırılıverir. Gönül şişesini kırarsan artık, yaşamak fayda vermez.
� Rüşvet alan para pul padişahı değiliz. Paramparça olmuş gönül hırkalarını diker, yamarız biz.
� Aşıkların gönüllerinin yanışıyla gözyaşları olmasaydı, dünyada su da olmazdı, ateş de.
� İki parmağının ucunu gözüne koy. Bir şey görebiliyor musun dünyadan? Sen göremiyorsun diye bu alem yok değildir. Görememek ayıbı, göstermemek kusuru, uğursuz nefsin parmağına ait işte.
� İnsan, gözden ibarettir aslında, geri kalan cesettir. Göz ise ancak dostu görene denir.
� A kardeş, keskin kılıcın üzerine atılmadasın, tövbe ve kulluk kalkanını almadan gitme.
� Bir gömlek derdine düşeceksin ama belki o gömlek kefen olacaktır sana.
� Dün geçti gitti. Dün gibi, dünün sözü de geçti. Bugün yepyeni bir söz söylemek gerek.
� Saman çöpü gibi her yelden titrersin. Dağ bile olsan, bir saman çöpüne değmezsin.
� O dağa bir kuş kondu, sonra da uçup gitti. Bak da gör, o dağda ne bir fazlalık var ne bir eksilme.
� Altın ne oluyor, can ne oluyor, inci, mercan da nedir bir sevgiye harcanmadıktan, bir sevgiliye feda edilmedikten sonra
� Gördün ya beni gamdan başka kimse hatırlamıyor, gama binlerce defa aferin.
� Nefsin, üzüm ve hurma gibi tatlı şeylerin sarhoşu oldukça, ruhunun üzüm salkımını görebilir misin ki?
� Ağzını kapa ve altın dolu avucunu aç. Ceset cimriliğini bırak da cömertliği seç.
� İnanmışsan, tatlı bir hale gelmişsen, ölüm de inanmıştır, tatlılaşmıştır. Kafirsen, acılaşmışsan, ölüm de kafirleşir, acılaşır sana.
� Doğruluk, Musa'nın asası gibidir. Eğrilik ise sihirbazların sihrine benzer. Doğruluk ortaya çıkınca, bütün eğrilikleri yutar.
� Bir kötülük yaptıktan sonra pişmanlık hissetmek Allah'ın inayet ve muhabbetine mazhar olmanın delilidir.
� Sıkıntı ve huzursuzluk mutlaka bir günahın cezası, huzur ise bir ibadetin karşılığıdır.
� Üzerinde pek çok meyveler bulunan bir dalı, meyvalar aşağı doğru çeker. Meyvasız bir dalın ucu ise, servi ağacı gibi havada olur.
� Topluluk bizim yanımıza geliyor. Susacak olsak, incinirler. Bir şey söyleyecek olsak, onlara göre söylemek lazım geldiğinden o zaman da biz inciniriz
� Ümit, güvenlik yolunun başıdır.
� Kuş seslerini öğrenen kimse, kuş olmadığı gibi aynı zamanda kuşların düşmanı ve avcısıdır.
� Dert, insana yol gösterir.
� İman, namazdan daha iyidir. Çünkü namaz beş vakitte, iman ise her zaman farzdır.
� İki canlı kuşu birbirine bağlasan, dört kanatlı oldukları halde uçamazlar, çünkü ikilik mevcuttur.
� Sokak köpeğine ister altın, ister yünden tasma tak, yine sokak köpeği olmaktan kurtulamaz.
� Cübbe ve sarık ile alimlik olmaz. Alimlik, insanın zatında bulunan bir hünerdir.
� Değil mi ki gönül mutfağında yemekler tabak tabak, peki ne diye aşağılık kişilerin mutfağına kase tutacakmışım?
� Hangi tohum yere ekildi de bitmedi, ne diye insan tohumunda böyle bir şüpheye düşüyorsun?
� Testi taştan korkar ama o taş çeşme oldu mu, testiler her an ona gelmeye can atar.
� Sus artık yeter! Sır perdelerini pek o kadar yırtma. Çünkü bize, kırıkları sarıp onarmak,
sırları örtmek yaraşır.
� Altın aramıyorum, altın olmaya yeteneği olan bakır nerede?
� Varlık peteğini ören arıdır. Arıyı vücuda getiren mum ve petek değildir. Arı biziz. Şekil sadece bizim imal ettiğimiz mumdur
� Dünya köpüktür. Tanrı sıfatlarıysa denize benzer. Fakat şu cihan köpüğü, denizin arılığına, duruluğuna perdedir.
� Sözün içini elde etmek için harf kabuğunu yar. Saçlar da sevgilinin yüzünü, gözünü örter.
� Burnuna sarımsak tıkamışsın, gül kokusu arıyorsun.
� Biz, tulumla, küple, testilerle tatmin olmayız. Bizi çekip ırmağınıza götürün.
� Dünyaya demir atmış Karun'u, yer çekti, yuttu. Ulular ulusu İsa'yı gökyüzü çekti, yüceltti.
� Ekmek, beden hapishanesinin mimarıdır.
� Gübre olup bostanın gönlüne giren pislik, yok olur gider de pislikten kurtulur, kavunun, karpuzun lezzetini arttırır.
� Avlanmak istedik mi uçup gittiğimiz yer Kafdağı'dır. Akbaba gibi leş avlamayız biz.
� Bir köpeğin önüne bir çuval şeker koysan bile, onun gönlü yine leş peşindedir. Şekerden ne anlar o?
� Allah ile birleşmek demek, senin varlığının O'nunla birleşmesi demek değildir. Senin yok olmandır.
� Küfürle iman, yumurtanın akıyla sarısına benzer. Onları ayıran bir berzah var, birbirine karışmazlar.
� Köpekler gibi kızmayı bırak, arslanların gazabına bak. Arslanların gazabını görünce de var, bir yaşına girmiş koyun gibi yavaş ol.
� Din evinde haset faresi bir delik açar ama kedinin bir miyavlaması ile ürker kaçar.
� Kadınlar, aklı olanlara, gönül sahiplerine pek üstün olurlar. Cahillere gelince, onlar, kadına üstündür. Çünkü tabiatlarında hayvanlık vardır. Sevgi ve acımak, insanlık vasıflarıdır. Hiddet ve şehvet ise hayvanlık vasıfları.
� Mümin bir kopuza benzer. Madem ki inanan kişi feryat edip ağlamada kopuzdur, kopuz kendisine mızrap vuran olmadıkça feryat etmez.
� Madem ki, akıl babandır beden de anan, oğulsan babanın yüzüne bak.
� Yeryüzü ile dağda aşk olsaydı, gönüllerinde bir ot bile bitmezdi.
� Kuş, kafeste kaldıkça başkasının buyruğu altındadır. Kafes kırıldı da kuş uçtu mu, nerede ona geçecek buyruklar?
� Bal çanağının ağzı kapalı. Sen ise, üstünü, yanını yalayıp duruyorsun. Çanağı yere çal,
� İnsana bütün korku içinden gelir fakat insanın aklı daima dışarıdadır.
� Dil, anlamlara bir oluktur adeta, fakat nereden sığacak oluğa deniz?
� O kadar çok koşmayın, o kadar yorulmayın, şu yerin altında çırak ne olmuşsa usta da o olmuştur.
� Bir lağımın pis kokusunu koklamak, ruhu kokuşmuş zenginlerle sohbetten yüz misli iyidir.
� Sen, yeni bir çocuk doğurmadıkça, kan tatlı süt haline gelmez.
� Hırsızlara, kötülere, alçaklara acımak, zayıfları kırıp geçirmektir.
� Aşk, davaya benzer. Cefa çekmek de şahide. Şahidin yoksa davayı kazanamazsın ki.
� Tohum yerde gizlenir de, o gizlenmesi bağın, bahçenin yeşermesine sebep olur.
� Yazı yazılırken eli görmeyen kişi, yazı kalemin oynamasıyla yazılıyor sanır.
� Gül solup, gül bahçesi harap olduktan sonra gülün kokusunu nereden duyabiliriz? Gülsuyundan!
� Firavun, yüzbinlerce çocuk öldürttü, aradığıysa evinin içindeydi.
� Geminin içindeki su, gemiyi batırır. Geminin altındaki suysa, gemiye arka olur.
� Aynanın berraklığını yüzüne karşı söylersen, ayna hemen buğulanır, seni göstermez olur.
� Eşek, suyun kadrini bilseydi, ayak yerine baş koyardı ırmağa.
� Aklın deveciye benzer, sense devesin. Aklın seni ram eder, ister istemez dilediği yere çeker götürür.
� Eğer parça buçukta bütünle beraberdir, ondan ayrılmaz diyorsan, diken ye, diken de gülle beraberdir.
� Gümüşün dışı aktır, berraktır ama onun yüzünden el de kararır, elbise de.
� Ateşin kıvılcımlarıyla al al bir yüzü vardır. Ama yaptığı kötü işe bak, karanlığı seyret.
� Yoksul, cömertliğin aynasıdır.
� Peygamberler insanları Allah'a ulaştırmak için gelmişlerdir. İnsanların hepsi bir bedense, kulla Allah birleşmişse kimi kime ulaştıracaklar?
� Bir mumdan yakılan mumu gören, gerçekten de asıl mumu görmüştür. Düşünenlerin
düşündürdükleri...
� Sabır, genişliğin anahtarıdır.
� Gündüz gibi ışıyıp durmayı istiyorsan, geceye benzeyen varlığını yaka dur.
� Ana karnındaki çocuğa doğmak, dünyadan göçmektir
� Somuna benzer bir şey düzsen, emdin mi, şeker gelir ondan, ekmek tadı değil.
� Terazide arpa altınla yoldaş olur ama bu, arpanın da altın gibi değerli olmasından değildir.
� Koruktaki su ekşidir ama koruk üzüm olunca tatlılaşır, güzelleşir. Derken küpte yine acır, haram olur fakat sirke olunca ne güzel katıktır.
� Ay, yıldızlardan utanır ama yine de cömertliği yüzünden yıldızların arasında bulunur.
� İnanan, inananın aynasıdır.
� Sen şekillerde kalırsan puta tapıyorsun demektir. Her şeyin şeklini bırak, manasına bak
� Rengi kara bile olsa, bir kişi seninle aynı maksadı güdüyorsa, ona ak de, senin rengindedir.
� Hacca gideceksen, bir hac yoldaşı ara. İster Hint'li olsun, ister Türk, ister Arap. Şekline, rengine bakma, maksadı ne, ona bak.
� Yokluk, varlığın aynasıdır.
� Arslanın boynunda zincir bile olsa, bütün zincir yapanlara beydir arslan.
� Zıddı meydana çıkaran, onun zıddı olan şeydir. Bal, sirkeyle belirir.
� Kasırga pek çok ağaçlar yıkar fakat yeşermiş bir ota ihsanlarda bulunur.
� Dostların ziyaretine eli boş gelmek, değirmene buğdaysız gitmektir.
� Herkes güneşi görebilseydi, güneşin ışıklarına delalet eden yıldızlara ne ihtiyaç vardı?
� Hiç köpeğin havlaması, ayın kulağına değer mi?
� Huzurunda bulunmayanlara bile böyle elbiseler, böyle yiyecekler verirse, kim bilir konuğun önüne ne nimetler koyar.
� Hıristiyanların bilgisizliğine bak ki, asılmış Tanrı'dan medet umuyorlar.
� Resim, ressama, beni kusurlu yaptın diye söz mü söyleyebilir?
� İnsanoğlu, dilinin altında gizlidir. Dil, can kapısının perdesidir. Yel, perdeyi kaldırdı mı ne var, belirir bize.
� Sen de sağ eline bir sopa aldın ama senin elin nerede, Musa'nın eli nerede
� Akıllı birisinden gelen cefa, bilgisizlerin vefasından iyidir.
� Kara odun ateşe eş oldu mu, karalığı gider, tümden ışık kesilir.
� Bağış, kine merhemdir.
� Tahta içinde yaşayan kurt, o tahtanın fidan olduğu vakit ki halini bilir mi hiç?
� Madem ki hırsızsın, bari o güzelim inciyi çal, madem ki gebe kalıyorsun, bari yüce bir çocuğa gebe kal.
� Korukla üzüm birbirine zıttır ama, koruk olgunlaştı mı güzel bir dost olur.
� Tanrı yüzünü çirkin yaratmışsa, kendine gel de, hem çirkin yüzlü hem çirkin huylu olma bari.
� Aynada bir şekil görürsün hani, senin şeklindir o, aynanın değil.
� Satrançta piyon yola çıkar da, sonunda yüce vezir olur.
� Kibir kokusu, hırs kokusu, tamah kokusu, söz söylerken soğan gibi kokar.
� Sonsuzun iki yanı da yoktur, ortası nasıl olabilir?
� Dosttan, yakınlardan gelen bir cefa, düşmanın üçyüzbin cefasına bedeldir.
. Bal yiyen arısından gocunmaz..
� Güneşin ışığı pisliğe vursa bile pislenmez, ışıktır o.
� Başın ırmağın suyuna daldı mı, suyun rengini nasıl görebilirsin?
� Davud'un elinde mum oluyor, senin elindeyse mum, demire dönüyor.
� Sabır, insanı maksadına en tez ulaştıran kılavuzdur.
� Yılan yumurtası da serçe yumurtasına benzer ama aralarında ne kadar fark var.
� Bilginin, iki kanadı vardır, şüphenin tek.
� İkiyüz batman bala, bir okka sirke döksen, balın içinde erir, gider. Balı tattın mı sirkenin tadını bulamazsın fakat tartarsan bir okka fazla gelir. Demek ki sirke, hem yok olmuştur, hem vardır.
� Bir kuyudan her gün toprak çeker, her gün orayı kazar, eşersen, sonunda arı duru suya ulaşırsın.
� Denizden bile yerine su koymadan devamlı su alsan, bu işin denizleri çöle çevirir.
� Sen, yerdeki yeşillik gibisin, ayağın bağlı. Bir yel esti mi, tam inanca ulaşmadan başını sallarsın.
� Oltandaki et lokması, balık avlamak içindir. Öyle lokma ne bağıştır ne cömertlik.
� Sözün eğri olsa da, anlamı doğru bulunsa, sözdeki o eğrilik, Tanrı'ya makbuldür.
� İçen akıllıysa, aklının parlaklığı daha da artar, fakat kötü huyluysa daha beter olur. Ama halkın çoğu kötü olduğundan, beğenilmez huylara sahip bulunduğundan, içki herkese haram edilmiştir.
� Eşeğin ardını öpmekte bir tat, tuz yoktur. Faydasız yere, sakalını, bıyığını kokutur.
� Pirlik, saçın sakalın ağarması ile elde edilmez. İblisten daha ihtiyar kim var?
� Tavus kuşu gibi sadece kanadını görme, ayağını da gör.
� Pirenin ısırışından meydana gelen yanış, seni yılan soktu mu yok olur gider.
� Öküz, ansızın Bağdat'a gelir, şehri bir baştan öte gezip, dolaşır. Bütün o zevki, hoşluğu, tadı, tuzu görmez de göre göre karpuz kabuğunu görür.
� Hani bir hayvan vardır, porsuktur adı. Dayak yedikçe semirir, büyür, köteği yedikçe daha iyileşir, sopa vuruldukça semirir, insan da gerçekte porsuktur, çünkü o da dert, mihnet sopasıyla büyür, semizleşir.
� Uçan kuş, yeryüzünde kalsa tasalanır, derde düşse ağlayıp inlemeye koyulur. Fakat ev kuşu, kümes hayvanı, yeryüzünde sevinçle yürür, yem toplar, neşeyle koşar durur.
� Ölülerle savaşıp gazilik elde edilmez.
� Hoş, güzel ömür, yakınlık aleminde can beslemektir. Kuzgunun ömrü ise fışkı yemeye yarar.
� Kin, sapıklığın da aslıdır, kafirliğin de.
� Kuru duayı bırak, ağaç isteyen tohum eker.
� İnciyi sedefin içinde ara, hüneri de sanat ehlinden iste.
� İnsan bir ağaca benzer, kökü, ahdinde durmaktır.
� Susmakla canın özü, yüzlerce gelişmeye ulaşır. Ama söz, dile geldi mi, öz harcanır.
� Hiç ay, yeryüzünde ev sahibi olur mu?
� Hırs, çirkinlikleri bile güzel gösterir.
� Padişahın adamlarından biri, zindanın burcunu yıksa, zindancının gönlü bu yüzden kırılır mı hiç?
� Hiçbir şeyden haberi olmayan cansızlardan, gelişip boy atan bitkiye, bitkiden yaşayış, derde uğrayış varlığına, sonra güzelim akıl, fikir, ayırt ediş varlığına geldin.
� Yol afetleri içinde şehvetten beteri yoktur.
� Demirciliği bilmiyorsan, demirci ocağından geçerken sakalın da yanar, saçın da.
� Taş, taşlıktan çıkıp yok olmadıkça, mücevher olup yüzüğe takılır mı hiç?
� Padişah, töhmet altına alınanı Karun'a çevirir. Artık suçsuzu ne hale kor, onu sen düşün.
� Eğri ayağın gölgesi de eğridir.
� Tam inanç aynası kesilen kişi, kendini görse bile, Tanrı'yı görmüş olur.
� Bilgiye ulaştı mı ayak, kanat olur.
� Göz olgunlaştı mı, temeli, özü görür. Ama kişi şaşı oldu mu parça buçuğu görür ancak.
� Sınama, deneme yolunda bilgi, tam inançtan aşağıdır, zindansa yukarı.
� Can, doğan kuşuna benzer, beden ona bir tuzak

Nasrettin hoca fikra

Nasredin Hoca Fıkraları Nasreddin Hoca'dan birkaç fıkra: Nasredin Hoca Fıkraları

CENNETLE CEHENNEM

Nasreddin Hoca�ya sormuşlar:
� İnsanlar ne zamana kadar doğup yaşayıp ölecekler?
� Cennetle cehennem doluncaya kadar! demiş

ADAM OLMAK
Bir gün Hoca'nın bulunduğu bir sohbette sormuşlar:"Hocam, adam olmanın yolu nedir?"
Hoca düşünceli düşünceli, başını bir o yana bir bu yana sallayarak "Söyleyen olursa dinlemeli, dinleyen olursa söylemeli" demiş

BAL İLE SİRKE
Bir gün Nasrettin Hoca'ya
- Hocam bal ile sirke uyuşmaz derler, derler.
- Nasıl uyumasın der? der ve gider yarım okka bal yer yarım okkada sirke içer. Yüzünün yemyeşil olduğunu görenler sorar.
- Bal ile sirke birbiri ile anlaşamadı değil mi?
Hoca hiç mertliği elden bırakmaz.
- Yoo, onlar anlaştılar anlaşmasına da şimdi beni aradan çıkarmaya çalışıyorlar.

ALLAH'IN RAHMETİ
Yağmurlu bir günde Nasrettin Hoca pencereden dışarı bakarken komşusunun koşa koşa yağmurdan kaçtığını görür pencereyi açar :
-Hey Ahmet Efendi, birde hacı olacaksın rahmetten kaçılır mı?, der.
Zavallı adam eli mahkum sırılsıklam olur. Ertesi gün hocanın komşusu hocayı yağmurdan kaçarken görür ve hocaya bir ders vermek ister :
-Hoca Hoca dün bana diyordun bugün sen neden rahmetten kaçıyorsun, der.
Hoca hiç durmadan yoluna devam eder ve komşusuna şöyle der :
-Ben rahmetten kaçmıyorum sadece Allah'ın rahmetine basmamak için çabalıyorum.

ALLAH BİLİYOR
Nasreddin Hoca bir cimri tanıdığının evine gittiğinde tanıdığı ona bayat ekmek ile bir tabak bal ikram etmiş. Nasreddin Hoca bayat ekmeği dişi kesmeyince sinirinden balı kaşıkla yemeye başlamış.Ev sahibinin gözü yerinden oynamış :
-Aman efendim, bal ekmekle yenmez ise, insanın içini yakar, demiş.
Nasreddin Hoca hiç ses çıkarmadan balı bitirmiş ve :
-Kimin içinin yandığını Allah biliyor, demiş.

DEVENİN BAŞI

Hoca, karısının evde eğirdiği iplikleri pazara götürüp satarmış. İplikçiler yok pahasına alırlarmış hep.

So­nunda Hoca dayanamamış:

� Size bir oyun edeyim de görün! demiş kendi kendine.

Bir gün bulduğu bir deve başını evine götürmüş, ip­likleri bunun üzerine sarmış. Kocaman yumağı gören iplikçi kuşkulanmış:

� Bunun içinde başka bir şey olmasın?

� Yok devenin başı! demiş Hoca.

İplikçi inanmış, akçeleri verip yumağı satın almış. İçinden deve başı çıktığını görünce, ertesi gün Hoca�ya:

� Hile yapıp yalan söylemeye utanmaz mısın? demiş.

Hoca diklenmiş:

� Sorduğun zaman �devenin başı� demedim mi?

Nasreddin Hoca NASREDDİN HOCA HAKKINDA NE DEDİLER? Nasreddin Hoca

�Nasreddin Hoca, adı, zekası ve fıkralarıyla dünyaca tanınmış bir halk filozofudur. Hoca�nın hayat, tabiat ve cemiyet içindeki insanı, keskin görüşler ve zeki söyleyişlerle karikatürize eden nükteleri yalnız bir milleti değil, bütün insanlığı tatmin edecek değerde olduğundan bu Türk zekası, başka milletler arasında da tanınmış ve sevilmiştir.� (Nihat Sami Banarlı-Resimli Türk Edebiyatı Tarihi C. 1)

�Hocamız, bir fıkra anlatıcısı değildir. O, yaşardığı olaylara gülerek yaklaşan, olayları nükte adını verdiğimiz bir gülücük düğümünü atan kimsedir. Bunun sonucu olarak da o, oturduğu yerden fıkra uyduran veya kendi dönemine kadar gelen fıkraları anlatıp insanları güldüren bir insan değildir. Onun yaptığı, olaylara bize göre farklı bir açıdan bakması, bizlere gülücük dağıtacak, bazen de ders verecek cümlelerle seslenmesidir.� (Saim Sakaoğlu, Nasreddin Hoca Fıkralarından Seçmeler)

�Nasreddin Hoca�nın fıkraları, insanları kahkahalara boğan ve sırf güldürmek maksadıyla söylenmiş sözler değildir. Aksine dinleyen ve gülen kişileri bir süre sonra düşündürmeye sevkeden birer hikmet pırıltısıdır.�(Selami Şimşek, Nasreddin Hoca ve Tasasavvuf)

�Dünya durdukça duracak o. Hoca�yı bu ölmezliğe eriştiren güler yüzü, tatlı dilidir. �Eflatun Cem Güney, Nasreddin Hoca Fıkraları)

�Millî ve dinî kültürümüzü tam bilmeyen ehliyetsiz araştırmacıların kaleminde sanki bir �komedyen�miş gibi gösterilen Hoca, esasen büyük bir mürşid, büyük bir ahlâkçı idi�.� Mustafa Tatçı, Türk Edebiyatı Dergisi, Nasreddin Hoca Özel sayısı)

�Ünü asırlardır sınırlarımızı aşmış, bütün dünyada tanınır ve sevilir hale gelmiş Nasreddin Hocamız adı üstünde Hoca�dır, bir gönül ehlidir, bir bilgi, hikmet ve nükte dehasıdır, Türk-İslâm medeniyetinin �gülen yüzü�dür. Güldürürken düşündüren bir halk bilgesidir.�(Mustafa Özçelik, Nasreddin Hoca)

�Hoca, çok yönlü bir halk filozofudur. O aynı zamanda İslam eğitim felsefesi ve Türk karakterinin birçok inceliklerini yansıtmaktadır.�Abdullah Özbek, Bir Eğitimci Olarak Nasreddin Hoca)

�Hoca, her şeyden önce bir Müslüman_Türk düşünürüdür. Fıkraları da komiklik, gülmece, güldürmece, eğlence basitliğine indirgenemeyecek ölçüde yavanlıktan uzak, derinlikli, hikmetli, eğitici ve irşad edicidir.� (Osman Arslan, Çınar Dergisi Nasreddin Hoca Özel Sayısı

�Nasreddin Hoca, uyarıcı reflekstir, uyarıcı ve düşündürücü refleks. Hayatın doğal gerçeğidir. Hayatın olabildiğince acımasız olan yanını esnetiyor, sevecenleştiriyor, çekici kılıyor.� (A. Haydar Haksal, Yedi İklim N. Hoca Özel sayısı)

�Hoşgörülü, hazır cevap, dindar, güldürürken düşündüren, kıvrak bir zeka ve espri kabiliyetine sahip olan Nasreddin Hoca,. 700 yıldır herkesin sevgisini kazanmış bir halk adamıdır. Kültür tarihimizin fıkra kişileri arasında Nasreddin Hoca kadar bütün dünyada ün yapmış bir başka kişiliğe sahip değiliz.� (Selçuk Çıkla, Yedi İklim Dergisi N. Hoca Özel Sayısı)

�Mert, güleryüzlü, gerçekçi, sabırlı, hafife alıcı yanlarıyla Hocamız, yüksek mizahını temsil etmekte olduğu Türk halkının kendisidir. O halkın ideal adamı yani �Al�eren� dediğimiz olgun insandır.� (Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı Dergisi, N. Hoca Özel Sayısı)

�Fıkralarında ârif, nüktedan Türk halk adamının iyimser dünya, çeşitli hayat olayları karşısındaki davranışını özlü, kısa yorum ve cevaplarla yansıtan Nasreddin Hoca, kalender, rind bir halk filozofudur. Gündelik kaygılara, sıkıntılı durumlarla tatlı bir çözüm yolu bularak, hayatı sert yergilerden uzak bir hoşgörü açısından değerlendirir.�(Behçet Necatigil, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü)

�Nasreddin Hoca fıkralarında alay yoktur, hiciv yoktur. Basit, mütevazı, halkın günlük normal işleri, yaptıkları, sevinçleri, üzüntüleri, tuhaflıkları, anlaşmazlıkları, kavgaları Nasreddin Hoca hikâyelerini oluşturur.�(Nejat Muallimoğlu, Nasreddin Hoca)

Konya Nasrettin hoca

Nasrettin Hoca Hayatı ve eserleri NASREDDİN HOCA

Nasreddin hoca 1208 yılında Sivrihisar'ın Horto köyünde dünyaya gelmiştir. İlk öğrenimini köyün imamı olan babası Abdullah Efendi'den almış Arapça ve dini bilgiler öğrenmenin yanında Kur'an'ı ezberleyerek hafız olmuştur. Konya'ya giderek öğrenimini sürdürdü.
Öğrenimini tamamladıktan sonra Sivrihisar'da başladığı imamlık görevini Akşehir'de sürdürdü. Yerleştiği Akşehir'de zamanla müderris oldu. Burada evlendi ve kesin olmamakla beraber 1284 veya 1295 yılında orada vefat etti.
Yıllardan beri anlatıla gelen fıkralar ve hikayeler ilk defa 1837'de İstanbul'da Matbaa i Amire'de Mısır'da ise Bulak Basımevi'nde yapılmıştır.
Nasreddin Hoca yüzyıllardan beri tüm Türk Dünyasında güldüren ve düşündüren hikaye ve fıkralarıyla bilinmektedir.Türbesi Akşehir''''de olmasına rağmen bütün Türbesi Akşehir'de olmasına rağmen bütün Türk Dünyasında kendisinin makamları vardır.Türk milletinin zeka inceliğini nükte gücünü en iyi şekilde yansıtan kişi olarak Türk Kültür Tarihinde layık olduğu seçkin yerini almıştır.
Nasreddin Hoca tüm hayatını insanlara doğru yolu göstermeye insanların zaaflarnı nükteli bir dille vurgulayarak onları kötülüklerden sakındırmaya harcamıştır.Onun hikayeleri hikmet ve ibret dolu olup zamanla atasözü haline gelmiştir.Her biri keskin bir zeka doğru işleyen bir aklının ürünüdür.
1208 - 2008 Hoca�nın 800 yıl önce başlayan dünya yolculuğu fıkra ve nükteleri aracılığıyla hâlâ devam ediyor. Çok az faniye nasip olan bu �uzun ömür�ün semeresi nükte ve fıkralarıyla Hoca; çözümsüz meselelere, çarpık durumlara, hayatın her alanında karşımıza çıkan yozlaşmaya parmak basmaya, güldürürken düşündürmeye ve ders vermeye devam ediyor.
Nasreddin Hoca ’nın yasamıyla ilgili bilgiler, halkın kendisine olan aşırı sevgisi yüzünden, söylentilerle karışmış, yer yer olağanüstü nitelikler kazanmıştır.

Nasreddin Hoca'nın Kişiliği

Nasreddin Hoca, ömrünü insanlara doğru yolu göstermeye hasreden, iyilikleri bildiren, doğruya sevkeden ve kötülüklerden sakındıran bir veli idi. Bu işi yaparken tabiatı icabı kendisine has bir yol tutmuştur. Böylece hakkın anlatılması ve cemiyetteki bozuk yönlerin düzeltilmesi için, meseleyi halkın anlayacağı bir dil ve üslub ile, gayet manidar latifeler halinde kısa ve öz olarak dile getirmiştir.
Latifeleri hikmet ve ibret dolu birer darb-i mesel gibidir. Bu bakımdan adına uydurulan edep dışı ve nükteden uzak bir takım fıkraların onunla ilgisi yoktur. Manidar latifeleri önce yakın cevresinde şifahi olarak dilden dile dolaşmış, sonraları git-gide yayılmış ve zamanla bir takım değişikliğe uğramıştır. Bu sebeple onun olmayan bir takım bayağı fıkralar da ona mal edilerek anlatılmıştır.
Yapılan ilmi çalışmalar, onun ilim ve edeb sahibi bir veli olması, söz konusu sıradan basit fıkraları söylemediğini açıkca göstermektedir. Ayrıca, Nasreddin Hocan´ın efsanevi bir kişi değil, on üçüncü asırda Anadolu Selçukluları zamanında yaşamış salih bir müslüman olduğunu ortaya çıkarmıştır. Çünkü onun nükteleri, bir insanın başından geçen gülünç hadiselerin ifadesi değil, görünüşte güldürücü aslında ince hikmetleri dile getiren, düşündürücü latifelerdir.
Ayrıca Türk milletinin zeka inceliğini, nükte gücünü en iyi şekilde yansıtan bu nüktelerin belirli vasfı; Allahü Teala'nın emir ve yasaklarını bir latife üslubu ile bildirmesidir.
Bu latifelerin toplandığı eserlerden biri, Londra´da British Museum´da. Haza Terceme-i Nasreddin Efendi Rahme başlıklı yazma eserdir. Ancak bu eserdeki latifelerin bir kısmı,onun üslubuna ve nükte tekniğine uymamaktadır. Nitekim eserin sonunda bu durum:
�İşte Nasreddin Efendinin kibar-ı evliyadan (Evliyanın Büyüklerinden) olduğuna şek ve şüphe yoktur. Merhumun bu kıssalardan haberi var yok böyle yazmışlar. Her kim okuyup tamamında bu merhumun ruhu için bir Fatiha bağışlarsa, Hak sübhane ve teala ol kimsenin ahir ve akibetini hayr eyleye� şeklinde belirtilmiştir. Ayrıca, Letaif-i Nasreddin Hoca adlı eserde başka nüktelerine yer verilmiştir.Nasreddin Hoca, fert ve toplumu her yönüyle çok iyi tanımış, insanların aile, komşuluk, dostluk, ticari münasebetlerine ait cemiyette gördüğü aksak yönleri düzeltmek ve nasihat etmek maksadıyla nüktelerle dile getirmiş, düşünmeye ve doğruya sevk etmiştir. Sosyologlar ve psikologlar, insanı ve cemiyeti tanıyıp, çeşitli yönlerini incelemek için onun latifelerinden çok istifade etmişlerdir.
Nasreddin Hoca fıkraları, batı dillerine de çevrilmiş ve bu dillerde Hoca hakkında mühim neşriyat yapılmıştır. Bunlar arasında Pierre Mille´in Nasreddin et son epouse adlı kitabı, Edmonde Savussey´in La Litterature Populaire Turque adlı eserindeki Nasreddin Hoca bölümü, Jean Paul Carnier´in Nasreddin Hoca, et ses Histoires Turques adlı eserleri sayılabilir.

NASRETTİN HOCA 800 YAŞINDA!

Mevlana Yılı olarak kutlanan 2007´nin ardından, 2008´de de Nasreddin Hoca´nın 800. doğum yıldönümü kutlanacak.

Nasreddin Hoca ve Turizm Derneği Başkanı Taner Serin, türbesi Konya'nın Akşehir ilçesinde bulunan Nasreddin Hoca'nın, büyük bilgin ve düşünürler yetiştiren 13. yüzyılın, Türk-İslam dünyasına hediye ettiği Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli gibi kültürel değerlerden biri olduğunu belirtti.

UNESCO'nun Mevlana Yılı ilan ettiği 2007'de Mevlana'nın, mesajları, hayatı ve eserlerinin tüm dünyaya yoğun şekilde tanıtılmakta olduğunu anımsatan Serin,

''Mevlana'dan bir yıl sonra, 1208 yılında dünyaya gelen Nasreddin Hoca'nın 800. doğum yıl dönümünü 2008 yılında kutlamaya hazırlanıyoruz. Benzer tanıtım çalışmalarının Nasreddin Hoca için de yapılmasını arzu ediyoruz'' dedi.

Bu tanıtım çalışmalarının, Akşehir ve Türkiye'nin tanıtımı şeklinde yapılmasını düşündüklerini belirten Serin, Nasreddin Hoca'nın tanıtımının Akşehir'in yerli ve yabancı turizm potansiyelini artıracağını ifade etti.

HOCA, ACIYI BAL ŞEKLİNDE SUNARDI

Aynı dönemde Konya'da yaşayan Mevlana ile Nasreddin Hoca ile ilgili bilinen kesine en yakın ortak bilginin, ikisinin de, halen mezarı Akşehir'de bulunan dönemin din alimi Seyit Mahmut Hayrani'den ders almış olmaları olduğunu anlatan Serin, şunları kaydetti:

''Mevlana kadar bilinmese de Nasreddin Hoca, dünya çapında pek çok bilim adamının üzerinde araştırma yaptığı, eser yayınladığı çok büyük bir değer.

Ülkemizde en az bir Nasreddin Hoca fıkrası bilmeyen yok gibidir. Her yıl ilçemizde düzenlenen uluslararası şenlikle andığımız Nasredin Hoca, her şeyden önce çok iyi bir gözlemci. Çevresinde olan biteni çok iyi analiz edip, yanlışları belirleyip, çok ince bir mizahi üslupla insanlarla, toplumla hatta kendisiyle alay ediyor, yanlışı halkın yüzüne vurup bunlardan ders çıkarılmasını amaçlıyor.

Konya Höyük

Hüyük ve tarihi hakkında genel bilgiler

HÜYÜK

Yüzölçümü : 448 km2
Nüfusu : 67.288
İlçe Merkezi : 11.068
Köyler : 56.220
Rakım : 1245 m

Hüyük ilçesinin tarihi MÖ. 2000 yıllarında Hititler'le başlamaktadır. Bu dönemden kalan en önemli eser Eflatun Pınarı Anıtıdır. Asur, Friğ, Lidya, Pers, Büyük İskender ve Romalılar tarafından istila edilen Hüyük; pek çok uygarlığın harman olduğu nadir ilçelerimizden biridir.

Anadolu Selçuklu Devleti'nin merkezi Konya, yazlık merkezinin de Beyşehir gölünün batı kıyısındaki Kubad-Abat olması, bölgemizin önemini artıran sebeplerin başında gelir. 1243 yılında İlhanlı askerleri Çobanoğlu Demirtaş komutasında Anadolu'da büyük tahribat yapmışlar, kargaşaya yol açmışlardır.
Bu ortamdan en az zararla kurtulmak için Konya'da oturan Hz. Mevlâna, öğrencilerinden, bölgenin elverişli yerlerinde gizlenmelerini istemiştir. İşte, bu arada Hüyük'ün kurucuları olarak bilinen ve Hüyük'te türbeleri bulunan Şeyh İdris ve Şeyh Bahri'nin bu çerçevede Moğol zulmünden kaçarak Hüyük'e yerleşmişlerdir.

Hüyük, 1210 yıllarında Horasan’dan Konya’ya göç eden Şeyh İdris ve kardeşi Şeyh Bahri tarafından kurulmuştur. Söz konusu şahıslara ait türbeler halen İlçe merkezinde mevcuttur.
Ayrıca bölgenin Yontma Taş Devrinden beri iskana tabi tutulduğu, muhtelif yerlerde bulunan çeşitli tarihi eşyalardan anlaşılmaktadır.

Hüyük ilçesi Akdeniz bölgesinin Göller Yöresinde bulunmaktadır. Konya'nın 85 km. batısında bulunan Hüyük, kuzeyinde Doğanhisar ve Şarkikaraağaç, güneyinde ise Beyşehir ilçeleriyle çevrelenmektedir.İlçenin kuzey ve doğusu Sultan Dağları'nın uzantısı olan ve ortalama yüsekliği 1500-2000 m'lik dağlarla kaplıdır. Batı'da dalgalı arazi bulurken, güney ve güneybatısı Beyşehir Gölü'ne kadar düzlüklerden oluşmaktadır. Akarsu olarak ise, kuzey ve doğudaki dağlık arazinin yağmur sularını Beyşehir Gölü’ne ulaştıran küçük dereler vardır.

Hüyük ,1943 yılında Bucak,1955 yılında Belediye ve 4.7.1987 tarih ve 3392 sayılı Kanunla İlçe olmuş, 18 Ağustos 1988 tarihinde Kaymakamın gelişi ile fiilen İlçelik faaliyetlerine başlamıştır.

Hüyük ilçe merkezi Konya’nın batısında yer almakta olup, mevcut karayolu ile Konya’ya uzaklığı 85 km.dir. Kuzeyinde Doğanhisar ve Şarkikaraağaç, güneyinde Beyşehir İlçesi yer almaktadır. Hüyük’ün kuzey ve doğusu dağlar ile çevrilidir. Kuzeyinde Sultan Dağları yer almaktadır. Batısında Beyşehir Gölü ve güneyinde de engebeli ve yayvan sırtlarla çevrili kuru ziraatın yapıldığı tarım arazileri vardır. İlçenin büyük bir kısmındaki toprak yapısı da aynıdır.

İlçemiz Hüyük, konum itibari ile Akdeniz bölgesinin kuzeyinde ve Göller bölgesinde yer aldığından, iklim olarak Akdeniz ile İç Anadolu iklimi arasında bir özellik göstermektedir. Göller bölgesinin tipik özelliği olarak, yazlar sıcak, kışlar soğuk ve yağışlı geçer.

Konya Derebucak

Derebucak ve tarihi hakkında genel bilgiler

DEREBUCAK

Yüzölçümü : 483 km2
Nüfusu : 21.495
İlçe merkezi : 5.647
Köyler : 15.848
Rakım : 1235 m.

Derebucak ilçemizin kuruluşu 1200-1300 yılları arasına kadar uzanmaktadır. Önceleri Antalya ile Akseki ilçesine bağlanmış, 1900 yılında Akseki'den ayrılarak Seydişehir İlçemize bağlanmış. 1967 yılında belediye teşkilatı kurularak Beyşehir'e bağlı hale getirilmiştir.

1987 yılında kabul edilen "103 ilçe Kurulması Hakkında Kanun" ile Derebucak ilçe olmuş Ağustos 1998 de fiilen ilçelik hüviyetini kazanmıştır.

Konya İl merkezinin 140 km. batısında yer alan Derebucak; Toros Dağları'nın keşfedilmeyi bekleyen yayla, tepe ve mağaraları ile Konya'nın şirin ilçeleri arasında yer almaktadır.

4 kasaba ve 4 köyü bulunan Derebucak'ta halkın geçim kaynağını halıcılık, av tüfeği imalatı ve hayvancılık oluştururken 1968 yılında itibaren yurt dışına işçi olarak gidişler başlamıştır. Avrupa ülkelerine yapılan işçi sevkiyatı sonucu kooperatifçilik yaygınlaştırılmıştır. Derebucak genelde dağlık bir yapıya sahip olduğundan tarım alanları nüfusa oranla yeterli değildir. İlçede ticari faaliyet genellikle küçük esnaf şeklinde devam etmektedir.

Derebucak'ın toplam alanı 66.000 Hektar olup, ancak bunun 15.000 Hektarı tarım alanıdır. İlçede 2500-3000 dönüm sulanabilir tarım alanı mevcuttur. Sulu tarım yapılan yerlerde patates, domates, fasulye, mısır, soğan gibi ürünler, kuru tarım yapılan alanlarda ise; buğday, arpa ve nohut üretilmektedir. Sebze ve meyve çeşidi olarak, bölgenin ikliminde yetişen her türlü meyve ve sebze yetiştirilmektedir.

Derebucak'ın toprak yapısı genelde kumlu ve kireçlidir. Bölgenin belli başlı akarsularından olan Koca Dere Çamlık Beldesinden doğup Gembos Ovasında bulunan düdende batmaktadır. Bundan başka daha küçük olmakla beraber birkaç dere bulunmaktadır. Dağlar; genellikle selvi, çam, ladin, ardıç gibi iğne yapraklı ağaçlarla kaplıdır.

Mağaralarıyla dikkatleri üzerine çeken Derebucak merkezinde Balat Mağarası ile Çamlık Kasabasındaki Suludere ve Körikini Mağaraları ilginç merkezler arasında sayılabilir. Taşpınar Köyünde bulunan Hitit kabartması bölgedeki yerleşimin Hitit dönemine kadar uzandığını kanıtlamaktadır.