Konya Sohbet Sohbet konya Tıkla

Konya Sohbet Sohbet konya Tıkla
Konya Sohbet Sohbet konya Tıkla

26 Ekim 2009 Pazartesi

Konya Mevlana böregi

Mevlana Böreği

MALZEMELER:
1 çay bardağı yoğurt, 1 çay bardağı zeytinyağı, Biraz su, Yarım limon suyu, Biraz Tuz Alabildiği kadar un, (Ayrıca içi içir yarım kilo kadar zeytinyağı ile karışmış tereyağ)
YAPILIŞI: Bu malzemelerin hepsi konur ve güzelce yoğrulur. Küçük küçük bezeler ayrılır. Dinlenmeye bırakılır. Diğer tarafından bir iki baş soğan yarım kilo kıyma, 1 demet maydanoz, biraz karabiber. Soğanlar bir iki kaşık zeytinyağında kavrulur. Sonra kıyma da ilave edilerek kavrulur. Ateşten indikten sonra maydonozu ilave edilir. Diğer taraftan bezeler incecik açılır. Arası yağlanır tekrar açılır tekrar yağlanır. Ve bir bohça şeklinde dürülerek köşelere iç konulur ve kapatılır. Ondan sonra sıcak fırına sürülür.

Konya Etli ekmek

Etliekmek

Güzel Konyamız ile özdeşleşmiş yöresel yemeklerden en meşhuru etli ekmektir. Etliekmek denince Konya akla gelir ve etliekmek burada yenir. Bu yüzden Konya'ya uğrayan herkes bir kez olsun mutlaka yer. Bir kişinin Konyalı olup olmadığını "etliekmek" deyişinden anlayabilirsiniz. Çünkü Konyalılar genelde hızlıca ' i ' siz : "Etlekmek" derler.


Etliekmekte etin güzel olması ve hamurun ince olması makbuldür. Eskiden et hiçbir zaman makinede çekilmezdi. Tahta tezgâhlarda bir çift bıçakla kıyılırdı. Etin içine biber, domates, maydanoz ve istenirse soğan doğranır. Normal etliekmeklerde 60 gr kıyma, 100 gr sebze (soğan, domates, biber) kullanılır. Bu karışım mahalledeki fırına götürülür. Burada fırıncının mahareti ile mayalı hamurlar fırın küreği üzerinde elle ince ve uzun olarak açılır. İç konur ve üstü açık olarak pişirilir.
Günümüzde et, makinede çekilmektedir. Et, elde iki bıçak arasında doğranarak bu ekmek hazırlanırsa buna bıçak arası, et ve peynir karışık olarak yapılırsa bu çeşidine de Mevlânâ denilmektedir. Bu ekmeğin sadece peynirlisi de yapılmaktadır. Bazen ıspanaklar evde hazırlanarak, fırınlara götürülüp açık veya kapalı pişirilmesi sağlanmaktadır. Konyalı aileler, özellikle hafta sonları bu börekleri yaptırmakta ve aile bireyleri bir araya gelerek hep birlikte yenmektedir. Konya’da sadece etliekmek üzerine ünlenmiş lokanta ve restorantlar bulunmaktadır.

Etliekmek Tarifi: 1 kişilik
Gerekli malzeme:
2 soğan
2 domates,
2 sivribiber
Yarım demet maydanoz
250 gr bıçakarası et
Yarım ekmek hamuru
Tuz, karabiber Etli ekmek (etlekmek) tarifi
YAPILIŞI:
Soğan, domates ve biberleri küçük küçük doğrayın. Maydanozu ince ince kıyın. Doğranmış malzemeleri et ile karıştırıp tuz ve karabiber ekleyin.
Ekmek hamurunu pide şeklinde açın. Hazırladığınız harcı hamurun üzerine yayın. 180 derece fırında 20 dakika pişirin. Sıcak servis yapın.

Mevlana sözleri

evlana'dan Güzel Sözler

Mevlana'nın söylediği ve günümüze kadar insanlığa ışık tutan sözlerinden bazıları:

� Sevgide güneş gibi ol, dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol, hataları örtmede gece gibi ol, tevazuda toprak gibi ol, öfkede ölü gibi ol, her ne olursan ol, ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.
� Şu dünyada yüzlerce ahmak, etek dolusu altın verir de, şeytandan dert satın alır.
� Vazifesini tam yerine getirmemiş olanın vicdan yarasına ne mazaretin devası ne ilacın şifası deva getirmiş..
� Aşk altın değildir, saklanmaz. Aşıkın bütün sırları meydandadır..
� Yeşillerden, çiçeklerden meydana gelen bahçe geçici, fakat akıllardan meydana gelen gül bahçesi hep yeşil ve güzeldir..
� Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok.
� Aşk, davaya benzer, cefa çekmek de şahide: Şahidin yoksa davayı kazanamazsın ki..
� Sen diri oldukça ölü yıkayıcı seni yıkar mı hiç?
� İsa'nın eşeğinden şeker esirgenmez ama eşek yaratılışı bakımından otu beğenir.
� Dert, insanı yokluğa götüren rahvan attır.
� Ehil olmayanlara sabretmek ehil olanları parlatır.
� Leş, bize göre rezildir ama, domuza, köpeğe şekerdir,helvadır.
� Kuzgun, bağda kuzgunca bağırır. Ama bülbül, kuzgun bağırıyor diye güzelim sesini keser mi hiç?
� Pisler, pisliklerini yapar ama sular da temizlemeye çalışır.
� Dikenden gül bitiren, kışı da bahar haline döndürür. Selviyi hür bir halde yücelten, kederi de sevinç haline sokabilir.
� Nasıl olur da deniz, köpeğin ağzından pislenir, nasıl olur da güneş üflemekle söner?
� Akıl padişahı kafesi kırdı mı, kuşların her biri bir yöne uçar
� Tövbe bineği, şaşılacak bir binektir. Bir solukta aşağılık dünyadan göğe sıçrayıverir.
� O beden testisi ab-ı hayatla dopdolu, bu beden testisi ise ölüm zehiri ile. İçindekine bakarsan padişahsın, kabına bakarsan yolu yitirdin.
� Genişlik, sabırdan doğar.
� Korkunç bir kurban bayramı olan kıyamet günü, inananlara bayram günüdür, öküzlere ölüm günü.
� Kim daha güzelse kıskançlığı daha fazla olur. Kıskançlık ateşten meydana gelir.
� Dünya tuzaktır. Yemi de istek. İstek tuzaklarından kaçının.
� Irmak suyunu tümden içmenin imkanı yok ama susuzluğu giderecek kadar içmemenin de imkanı yok.
� Gürzü kendine vur. Benliğini, varlığımı kır gitsin. Çünkü bu ten gözü, kulağa tıkanmış pamuğa benzer.
� Ey altın sırmalarla süslü elbiseler giymeye, kemer takmaya alışmış kişi. Sonunda sana da dikişsiz elbiseyi giydirecekler.
� Eşeğe, katır boncuğuyla inci birdir. Zaten o eşek, inciyle denizin varlığından da şüphe eder.
� Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu, dinleyenin dinlemesinden, anlamasından ileri gelir.
� Oruç tutmak güçtür, çetindir ama Allah'ın kulu kendisinden uzaklaştırmasından, bir derde uğratmasından daha iyidir.
� Ayın, geceye sabretmesi, onu apaydın eder. Gülün, dikene sabretmesi, güle güzel bir koku verir. Arslanın, sabredip pislik içinde beklemesi, onu deve yavrusu ile doyurur.
� Zahidin kıblesi, lütuf, kerem sahibi Allah'tır. Tamahkarın kıblesi ise altın torbası.
� Allah ile olduktan sonra ölüm de, ömür de hoştur..
� Sarhoş, cinayeti yapar da sonra "özrüm vardı, kendimde değildim"der. Kendinde olmayış,kendiliğinden gelmedi sana,onu sen çağırdın.
� İnsan gözdür, görüştür, gerisi ettir. İnsanın gözü neyi görüyorsa, değeri o kadardır.
� Birinin başına toprak saçsan başı yarılmaz. Suyu başına döksen, başı kırılmaz. Toprakla, suyla baş yarmak istiyorsan, toprağı suya karıştırıp kerpiç yapman gerek.
� Yoldaki bir tepecik seni bunaltmış,oysa önünde yüzlerce dağ var
� Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana, içinde inci vardır.
� Adalet nedir? Her şeyi yerine koymak. Zulüm nedir? Bir şeyi yerine koymamak,başka yere koymak.
� Hiçbir kafire hor gözle bakmayın. Müslüman olarak ölmesi umulur çünkü.
� Şu deredeki su,kaç kere değişti,yıldızların akisleri hep yerinde.
� Yol kesenler olmadıkça ,lanetlenmiş şeytan bulunmadıkça,sabırlılar ,gerçek erler,yoksulları doyuranlar nasıl belirir,anlaşılır?
� Oyun ,görünüşte akla uymaz ama çocuk oyunla akıllanır.
�Anlayış,edep şehirlilerdedir. Ziyafet,garip konaklamak da köylülerde.
� Resimler ister haberleri olsun,ister olmasın,hepsi de ressamın elindedir,o elden çıkar.
� Alışsan güvercin sallanan kamıştan kaçar mı hiç?O kamıştan göklere uçan yere alışmamış olan güvercin ürker,kaçar.
� Mal, sadakalar vermekle hiç eksilmez. Hayırlarda bulunmak,malı yitmekten korur.
� Çalınmış kumaş,devamlı kalmaz insanda. Hırsızı da darağacına götürür.
� Ağlayışın,feryat edişin bir sesi,sureti vardır. Zararınsa sureti yoktur. Zararda insan elini dişler ama zararın eli yoktur.
� Her korkuda binlerce eminlik vardır,göz karasında onca aydınlık mevcut.
� Verdiğini geri alan kişi, ***** gibi kusmuğunu yemiş olur.
� Şarap kadehtedir ama kadehten meydana gelmemiştir ki. Ağzını,şarabı verene aç.
� Ekme günü gizlemek toprağa tohumu saçmak günüdür. Devşirme günüyse tohumun bittiği gündür,karşılığını bulma günüdür.
� Bilgi, sınırı olmayan bir denizdir. Bilgi dileyense denizlere dalan bir dalgıçtır.
� Bulutlar ağlamasa yeşillikler nasıl güler?
� Bülbüllerin güzel sesleri beğenilir de bu yüzden kafes çeker onları. Ama kuzgunla baykuşu kim kor kafese?
� Meyve ekşi bile olsa, olmadıkça ona ham derler
� Çayırlıktan, çimenlikten esip gelen yel, külhandan gelen yelden ayırt edilir.
� Dünya malı, bedene tapanlara helaldir.
� Gerçek kokusuyla, ahmağı kandıran yalan sözün kokusu, miskle sarımsak kokusu gibi, söz söyleyenin soluğundan anlaşılır.
� Her dil, gönlün perdesidir. Perde kımıldadı mı, sırlara ulaşılır.
� Ahlaksızların bağırışıyla, yürekli yiğitlerin naraları, tilkiyle arslanın sesi gibi meydandadır.
� Kötü nefis, yırtıcı kuştur.
� Hırsın yemdir, cehennemse tuzak.
� Doğan, avdan av getirir, fakat kendi kanadıyla uçar da avlanır. Padişah da bu yüzden onu keklikle, çil kuşuyla besler.
� Dil, tencerenin kapağına benzer. Kıpırdadı da kokusu duyuldu mu ne pişiyor anlarsın.
� Yemekle dolu karın, şeytanın pazarıdır.
� Sözle anlatılan şey, yalan bile olsa, kokusu, gerçek olduğunu da haber verir, yalan olduğunu da.
� Canım bedenimde oldukça, kulum, köleyim, seçilmiş Muhammet'in yolunun toprağıyım. Birisi sözlerimden bundan başka söz naklederse, o kişiden de bezmişim ben, o sözden de.
� Sevgiden, tortulu bulanık sular arı-duru bir hale gelir. Sevgiden, dertler şifa bulur. Sevgiden, ölüler dirilir. Sevgiden, padişahlar kul olur. Bu sevgi de bilgi neticesidir.
� Mumundur karanlık veren sana. Anlatırdım bunu ama, gönlünün beli kırılıverir. Gönül şişesini kırarsan artık, yaşamak fayda vermez.
� Rüşvet alan para pul padişahı değiliz. Paramparça olmuş gönül hırkalarını diker, yamarız biz.
� Aşıkların gönüllerinin yanışıyla gözyaşları olmasaydı, dünyada su da olmazdı, ateş de.
� İki parmağının ucunu gözüne koy. Bir şey görebiliyor musun dünyadan? Sen göremiyorsun diye bu alem yok değildir. Görememek ayıbı, göstermemek kusuru, uğursuz nefsin parmağına ait işte.
� İnsan, gözden ibarettir aslında, geri kalan cesettir. Göz ise ancak dostu görene denir.
� A kardeş, keskin kılıcın üzerine atılmadasın, tövbe ve kulluk kalkanını almadan gitme.
� Bir gömlek derdine düşeceksin ama belki o gömlek kefen olacaktır sana.
� Dün geçti gitti. Dün gibi, dünün sözü de geçti. Bugün yepyeni bir söz söylemek gerek.
� Saman çöpü gibi her yelden titrersin. Dağ bile olsan, bir saman çöpüne değmezsin.
� O dağa bir kuş kondu, sonra da uçup gitti. Bak da gör, o dağda ne bir fazlalık var ne bir eksilme.
� Altın ne oluyor, can ne oluyor, inci, mercan da nedir bir sevgiye harcanmadıktan, bir sevgiliye feda edilmedikten sonra
� Gördün ya beni gamdan başka kimse hatırlamıyor, gama binlerce defa aferin.
� Nefsin, üzüm ve hurma gibi tatlı şeylerin sarhoşu oldukça, ruhunun üzüm salkımını görebilir misin ki?
� Ağzını kapa ve altın dolu avucunu aç. Ceset cimriliğini bırak da cömertliği seç.
� İnanmışsan, tatlı bir hale gelmişsen, ölüm de inanmıştır, tatlılaşmıştır. Kafirsen, acılaşmışsan, ölüm de kafirleşir, acılaşır sana.
� Doğruluk, Musa'nın asası gibidir. Eğrilik ise sihirbazların sihrine benzer. Doğruluk ortaya çıkınca, bütün eğrilikleri yutar.
� Bir kötülük yaptıktan sonra pişmanlık hissetmek Allah'ın inayet ve muhabbetine mazhar olmanın delilidir.
� Sıkıntı ve huzursuzluk mutlaka bir günahın cezası, huzur ise bir ibadetin karşılığıdır.
� Üzerinde pek çok meyveler bulunan bir dalı, meyvalar aşağı doğru çeker. Meyvasız bir dalın ucu ise, servi ağacı gibi havada olur.
� Topluluk bizim yanımıza geliyor. Susacak olsak, incinirler. Bir şey söyleyecek olsak, onlara göre söylemek lazım geldiğinden o zaman da biz inciniriz
� Ümit, güvenlik yolunun başıdır.
� Kuş seslerini öğrenen kimse, kuş olmadığı gibi aynı zamanda kuşların düşmanı ve avcısıdır.
� Dert, insana yol gösterir.
� İman, namazdan daha iyidir. Çünkü namaz beş vakitte, iman ise her zaman farzdır.
� İki canlı kuşu birbirine bağlasan, dört kanatlı oldukları halde uçamazlar, çünkü ikilik mevcuttur.
� Sokak köpeğine ister altın, ister yünden tasma tak, yine sokak köpeği olmaktan kurtulamaz.
� Cübbe ve sarık ile alimlik olmaz. Alimlik, insanın zatında bulunan bir hünerdir.
� Değil mi ki gönül mutfağında yemekler tabak tabak, peki ne diye aşağılık kişilerin mutfağına kase tutacakmışım?
� Hangi tohum yere ekildi de bitmedi, ne diye insan tohumunda böyle bir şüpheye düşüyorsun?
� Testi taştan korkar ama o taş çeşme oldu mu, testiler her an ona gelmeye can atar.
� Sus artık yeter! Sır perdelerini pek o kadar yırtma. Çünkü bize, kırıkları sarıp onarmak,
sırları örtmek yaraşır.
� Altın aramıyorum, altın olmaya yeteneği olan bakır nerede?
� Varlık peteğini ören arıdır. Arıyı vücuda getiren mum ve petek değildir. Arı biziz. Şekil sadece bizim imal ettiğimiz mumdur
� Dünya köpüktür. Tanrı sıfatlarıysa denize benzer. Fakat şu cihan köpüğü, denizin arılığına, duruluğuna perdedir.
� Sözün içini elde etmek için harf kabuğunu yar. Saçlar da sevgilinin yüzünü, gözünü örter.
� Burnuna sarımsak tıkamışsın, gül kokusu arıyorsun.
� Biz, tulumla, küple, testilerle tatmin olmayız. Bizi çekip ırmağınıza götürün.
� Dünyaya demir atmış Karun'u, yer çekti, yuttu. Ulular ulusu İsa'yı gökyüzü çekti, yüceltti.
� Ekmek, beden hapishanesinin mimarıdır.
� Gübre olup bostanın gönlüne giren pislik, yok olur gider de pislikten kurtulur, kavunun, karpuzun lezzetini arttırır.
� Avlanmak istedik mi uçup gittiğimiz yer Kafdağı'dır. Akbaba gibi leş avlamayız biz.
� Bir köpeğin önüne bir çuval şeker koysan bile, onun gönlü yine leş peşindedir. Şekerden ne anlar o?
� Allah ile birleşmek demek, senin varlığının O'nunla birleşmesi demek değildir. Senin yok olmandır.
� Küfürle iman, yumurtanın akıyla sarısına benzer. Onları ayıran bir berzah var, birbirine karışmazlar.
� Köpekler gibi kızmayı bırak, arslanların gazabına bak. Arslanların gazabını görünce de var, bir yaşına girmiş koyun gibi yavaş ol.
� Din evinde haset faresi bir delik açar ama kedinin bir miyavlaması ile ürker kaçar.
� Kadınlar, aklı olanlara, gönül sahiplerine pek üstün olurlar. Cahillere gelince, onlar, kadına üstündür. Çünkü tabiatlarında hayvanlık vardır. Sevgi ve acımak, insanlık vasıflarıdır. Hiddet ve şehvet ise hayvanlık vasıfları.
� Mümin bir kopuza benzer. Madem ki inanan kişi feryat edip ağlamada kopuzdur, kopuz kendisine mızrap vuran olmadıkça feryat etmez.
� Madem ki, akıl babandır beden de anan, oğulsan babanın yüzüne bak.
� Yeryüzü ile dağda aşk olsaydı, gönüllerinde bir ot bile bitmezdi.
� Kuş, kafeste kaldıkça başkasının buyruğu altındadır. Kafes kırıldı da kuş uçtu mu, nerede ona geçecek buyruklar?
� Bal çanağının ağzı kapalı. Sen ise, üstünü, yanını yalayıp duruyorsun. Çanağı yere çal,
� İnsana bütün korku içinden gelir fakat insanın aklı daima dışarıdadır.
� Dil, anlamlara bir oluktur adeta, fakat nereden sığacak oluğa deniz?
� O kadar çok koşmayın, o kadar yorulmayın, şu yerin altında çırak ne olmuşsa usta da o olmuştur.
� Bir lağımın pis kokusunu koklamak, ruhu kokuşmuş zenginlerle sohbetten yüz misli iyidir.
� Sen, yeni bir çocuk doğurmadıkça, kan tatlı süt haline gelmez.
� Hırsızlara, kötülere, alçaklara acımak, zayıfları kırıp geçirmektir.
� Aşk, davaya benzer. Cefa çekmek de şahide. Şahidin yoksa davayı kazanamazsın ki.
� Tohum yerde gizlenir de, o gizlenmesi bağın, bahçenin yeşermesine sebep olur.
� Yazı yazılırken eli görmeyen kişi, yazı kalemin oynamasıyla yazılıyor sanır.
� Gül solup, gül bahçesi harap olduktan sonra gülün kokusunu nereden duyabiliriz? Gülsuyundan!
� Firavun, yüzbinlerce çocuk öldürttü, aradığıysa evinin içindeydi.
� Geminin içindeki su, gemiyi batırır. Geminin altındaki suysa, gemiye arka olur.
� Aynanın berraklığını yüzüne karşı söylersen, ayna hemen buğulanır, seni göstermez olur.
� Eşek, suyun kadrini bilseydi, ayak yerine baş koyardı ırmağa.
� Aklın deveciye benzer, sense devesin. Aklın seni ram eder, ister istemez dilediği yere çeker götürür.
� Eğer parça buçukta bütünle beraberdir, ondan ayrılmaz diyorsan, diken ye, diken de gülle beraberdir.
� Gümüşün dışı aktır, berraktır ama onun yüzünden el de kararır, elbise de.
� Ateşin kıvılcımlarıyla al al bir yüzü vardır. Ama yaptığı kötü işe bak, karanlığı seyret.
� Yoksul, cömertliğin aynasıdır.
� Peygamberler insanları Allah'a ulaştırmak için gelmişlerdir. İnsanların hepsi bir bedense, kulla Allah birleşmişse kimi kime ulaştıracaklar?
� Bir mumdan yakılan mumu gören, gerçekten de asıl mumu görmüştür. Düşünenlerin
düşündürdükleri...
� Sabır, genişliğin anahtarıdır.
� Gündüz gibi ışıyıp durmayı istiyorsan, geceye benzeyen varlığını yaka dur.
� Ana karnındaki çocuğa doğmak, dünyadan göçmektir
� Somuna benzer bir şey düzsen, emdin mi, şeker gelir ondan, ekmek tadı değil.
� Terazide arpa altınla yoldaş olur ama bu, arpanın da altın gibi değerli olmasından değildir.
� Koruktaki su ekşidir ama koruk üzüm olunca tatlılaşır, güzelleşir. Derken küpte yine acır, haram olur fakat sirke olunca ne güzel katıktır.
� Ay, yıldızlardan utanır ama yine de cömertliği yüzünden yıldızların arasında bulunur.
� İnanan, inananın aynasıdır.
� Sen şekillerde kalırsan puta tapıyorsun demektir. Her şeyin şeklini bırak, manasına bak
� Rengi kara bile olsa, bir kişi seninle aynı maksadı güdüyorsa, ona ak de, senin rengindedir.
� Hacca gideceksen, bir hac yoldaşı ara. İster Hint'li olsun, ister Türk, ister Arap. Şekline, rengine bakma, maksadı ne, ona bak.
� Yokluk, varlığın aynasıdır.
� Arslanın boynunda zincir bile olsa, bütün zincir yapanlara beydir arslan.
� Zıddı meydana çıkaran, onun zıddı olan şeydir. Bal, sirkeyle belirir.
� Kasırga pek çok ağaçlar yıkar fakat yeşermiş bir ota ihsanlarda bulunur.
� Dostların ziyaretine eli boş gelmek, değirmene buğdaysız gitmektir.
� Herkes güneşi görebilseydi, güneşin ışıklarına delalet eden yıldızlara ne ihtiyaç vardı?
� Hiç köpeğin havlaması, ayın kulağına değer mi?
� Huzurunda bulunmayanlara bile böyle elbiseler, böyle yiyecekler verirse, kim bilir konuğun önüne ne nimetler koyar.
� Hıristiyanların bilgisizliğine bak ki, asılmış Tanrı'dan medet umuyorlar.
� Resim, ressama, beni kusurlu yaptın diye söz mü söyleyebilir?
� İnsanoğlu, dilinin altında gizlidir. Dil, can kapısının perdesidir. Yel, perdeyi kaldırdı mı ne var, belirir bize.
� Sen de sağ eline bir sopa aldın ama senin elin nerede, Musa'nın eli nerede
� Akıllı birisinden gelen cefa, bilgisizlerin vefasından iyidir.
� Kara odun ateşe eş oldu mu, karalığı gider, tümden ışık kesilir.
� Bağış, kine merhemdir.
� Tahta içinde yaşayan kurt, o tahtanın fidan olduğu vakit ki halini bilir mi hiç?
� Madem ki hırsızsın, bari o güzelim inciyi çal, madem ki gebe kalıyorsun, bari yüce bir çocuğa gebe kal.
� Korukla üzüm birbirine zıttır ama, koruk olgunlaştı mı güzel bir dost olur.
� Tanrı yüzünü çirkin yaratmışsa, kendine gel de, hem çirkin yüzlü hem çirkin huylu olma bari.
� Aynada bir şekil görürsün hani, senin şeklindir o, aynanın değil.
� Satrançta piyon yola çıkar da, sonunda yüce vezir olur.
� Kibir kokusu, hırs kokusu, tamah kokusu, söz söylerken soğan gibi kokar.
� Sonsuzun iki yanı da yoktur, ortası nasıl olabilir?
� Dosttan, yakınlardan gelen bir cefa, düşmanın üçyüzbin cefasına bedeldir.
. Bal yiyen arısından gocunmaz..
� Güneşin ışığı pisliğe vursa bile pislenmez, ışıktır o.
� Başın ırmağın suyuna daldı mı, suyun rengini nasıl görebilirsin?
� Davud'un elinde mum oluyor, senin elindeyse mum, demire dönüyor.
� Sabır, insanı maksadına en tez ulaştıran kılavuzdur.
� Yılan yumurtası da serçe yumurtasına benzer ama aralarında ne kadar fark var.
� Bilginin, iki kanadı vardır, şüphenin tek.
� İkiyüz batman bala, bir okka sirke döksen, balın içinde erir, gider. Balı tattın mı sirkenin tadını bulamazsın fakat tartarsan bir okka fazla gelir. Demek ki sirke, hem yok olmuştur, hem vardır.
� Bir kuyudan her gün toprak çeker, her gün orayı kazar, eşersen, sonunda arı duru suya ulaşırsın.
� Denizden bile yerine su koymadan devamlı su alsan, bu işin denizleri çöle çevirir.
� Sen, yerdeki yeşillik gibisin, ayağın bağlı. Bir yel esti mi, tam inanca ulaşmadan başını sallarsın.
� Oltandaki et lokması, balık avlamak içindir. Öyle lokma ne bağıştır ne cömertlik.
� Sözün eğri olsa da, anlamı doğru bulunsa, sözdeki o eğrilik, Tanrı'ya makbuldür.
� İçen akıllıysa, aklının parlaklığı daha da artar, fakat kötü huyluysa daha beter olur. Ama halkın çoğu kötü olduğundan, beğenilmez huylara sahip bulunduğundan, içki herkese haram edilmiştir.
� Eşeğin ardını öpmekte bir tat, tuz yoktur. Faydasız yere, sakalını, bıyığını kokutur.
� Pirlik, saçın sakalın ağarması ile elde edilmez. İblisten daha ihtiyar kim var?
� Tavus kuşu gibi sadece kanadını görme, ayağını da gör.
� Pirenin ısırışından meydana gelen yanış, seni yılan soktu mu yok olur gider.
� Öküz, ansızın Bağdat'a gelir, şehri bir baştan öte gezip, dolaşır. Bütün o zevki, hoşluğu, tadı, tuzu görmez de göre göre karpuz kabuğunu görür.
� Hani bir hayvan vardır, porsuktur adı. Dayak yedikçe semirir, büyür, köteği yedikçe daha iyileşir, sopa vuruldukça semirir, insan da gerçekte porsuktur, çünkü o da dert, mihnet sopasıyla büyür, semizleşir.
� Uçan kuş, yeryüzünde kalsa tasalanır, derde düşse ağlayıp inlemeye koyulur. Fakat ev kuşu, kümes hayvanı, yeryüzünde sevinçle yürür, yem toplar, neşeyle koşar durur.
� Ölülerle savaşıp gazilik elde edilmez.
� Hoş, güzel ömür, yakınlık aleminde can beslemektir. Kuzgunun ömrü ise fışkı yemeye yarar.
� Kin, sapıklığın da aslıdır, kafirliğin de.
� Kuru duayı bırak, ağaç isteyen tohum eker.
� İnciyi sedefin içinde ara, hüneri de sanat ehlinden iste.
� İnsan bir ağaca benzer, kökü, ahdinde durmaktır.
� Susmakla canın özü, yüzlerce gelişmeye ulaşır. Ama söz, dile geldi mi, öz harcanır.
� Hiç ay, yeryüzünde ev sahibi olur mu?
� Hırs, çirkinlikleri bile güzel gösterir.
� Padişahın adamlarından biri, zindanın burcunu yıksa, zindancının gönlü bu yüzden kırılır mı hiç?
� Hiçbir şeyden haberi olmayan cansızlardan, gelişip boy atan bitkiye, bitkiden yaşayış, derde uğrayış varlığına, sonra güzelim akıl, fikir, ayırt ediş varlığına geldin.
� Yol afetleri içinde şehvetten beteri yoktur.
� Demirciliği bilmiyorsan, demirci ocağından geçerken sakalın da yanar, saçın da.
� Taş, taşlıktan çıkıp yok olmadıkça, mücevher olup yüzüğe takılır mı hiç?
� Padişah, töhmet altına alınanı Karun'a çevirir. Artık suçsuzu ne hale kor, onu sen düşün.
� Eğri ayağın gölgesi de eğridir.
� Tam inanç aynası kesilen kişi, kendini görse bile, Tanrı'yı görmüş olur.
� Bilgiye ulaştı mı ayak, kanat olur.
� Göz olgunlaştı mı, temeli, özü görür. Ama kişi şaşı oldu mu parça buçuğu görür ancak.
� Sınama, deneme yolunda bilgi, tam inançtan aşağıdır, zindansa yukarı.
� Can, doğan kuşuna benzer, beden ona bir tuzak

Nasrettin hoca fikra

Nasredin Hoca Fıkraları Nasreddin Hoca'dan birkaç fıkra: Nasredin Hoca Fıkraları

CENNETLE CEHENNEM

Nasreddin Hoca�ya sormuşlar:
� İnsanlar ne zamana kadar doğup yaşayıp ölecekler?
� Cennetle cehennem doluncaya kadar! demiş

ADAM OLMAK
Bir gün Hoca'nın bulunduğu bir sohbette sormuşlar:"Hocam, adam olmanın yolu nedir?"
Hoca düşünceli düşünceli, başını bir o yana bir bu yana sallayarak "Söyleyen olursa dinlemeli, dinleyen olursa söylemeli" demiş

BAL İLE SİRKE
Bir gün Nasrettin Hoca'ya
- Hocam bal ile sirke uyuşmaz derler, derler.
- Nasıl uyumasın der? der ve gider yarım okka bal yer yarım okkada sirke içer. Yüzünün yemyeşil olduğunu görenler sorar.
- Bal ile sirke birbiri ile anlaşamadı değil mi?
Hoca hiç mertliği elden bırakmaz.
- Yoo, onlar anlaştılar anlaşmasına da şimdi beni aradan çıkarmaya çalışıyorlar.

ALLAH'IN RAHMETİ
Yağmurlu bir günde Nasrettin Hoca pencereden dışarı bakarken komşusunun koşa koşa yağmurdan kaçtığını görür pencereyi açar :
-Hey Ahmet Efendi, birde hacı olacaksın rahmetten kaçılır mı?, der.
Zavallı adam eli mahkum sırılsıklam olur. Ertesi gün hocanın komşusu hocayı yağmurdan kaçarken görür ve hocaya bir ders vermek ister :
-Hoca Hoca dün bana diyordun bugün sen neden rahmetten kaçıyorsun, der.
Hoca hiç durmadan yoluna devam eder ve komşusuna şöyle der :
-Ben rahmetten kaçmıyorum sadece Allah'ın rahmetine basmamak için çabalıyorum.

ALLAH BİLİYOR
Nasreddin Hoca bir cimri tanıdığının evine gittiğinde tanıdığı ona bayat ekmek ile bir tabak bal ikram etmiş. Nasreddin Hoca bayat ekmeği dişi kesmeyince sinirinden balı kaşıkla yemeye başlamış.Ev sahibinin gözü yerinden oynamış :
-Aman efendim, bal ekmekle yenmez ise, insanın içini yakar, demiş.
Nasreddin Hoca hiç ses çıkarmadan balı bitirmiş ve :
-Kimin içinin yandığını Allah biliyor, demiş.

DEVENİN BAŞI

Hoca, karısının evde eğirdiği iplikleri pazara götürüp satarmış. İplikçiler yok pahasına alırlarmış hep.

So­nunda Hoca dayanamamış:

� Size bir oyun edeyim de görün! demiş kendi kendine.

Bir gün bulduğu bir deve başını evine götürmüş, ip­likleri bunun üzerine sarmış. Kocaman yumağı gören iplikçi kuşkulanmış:

� Bunun içinde başka bir şey olmasın?

� Yok devenin başı! demiş Hoca.

İplikçi inanmış, akçeleri verip yumağı satın almış. İçinden deve başı çıktığını görünce, ertesi gün Hoca�ya:

� Hile yapıp yalan söylemeye utanmaz mısın? demiş.

Hoca diklenmiş:

� Sorduğun zaman �devenin başı� demedim mi?

Nasreddin Hoca NASREDDİN HOCA HAKKINDA NE DEDİLER? Nasreddin Hoca

�Nasreddin Hoca, adı, zekası ve fıkralarıyla dünyaca tanınmış bir halk filozofudur. Hoca�nın hayat, tabiat ve cemiyet içindeki insanı, keskin görüşler ve zeki söyleyişlerle karikatürize eden nükteleri yalnız bir milleti değil, bütün insanlığı tatmin edecek değerde olduğundan bu Türk zekası, başka milletler arasında da tanınmış ve sevilmiştir.� (Nihat Sami Banarlı-Resimli Türk Edebiyatı Tarihi C. 1)

�Hocamız, bir fıkra anlatıcısı değildir. O, yaşardığı olaylara gülerek yaklaşan, olayları nükte adını verdiğimiz bir gülücük düğümünü atan kimsedir. Bunun sonucu olarak da o, oturduğu yerden fıkra uyduran veya kendi dönemine kadar gelen fıkraları anlatıp insanları güldüren bir insan değildir. Onun yaptığı, olaylara bize göre farklı bir açıdan bakması, bizlere gülücük dağıtacak, bazen de ders verecek cümlelerle seslenmesidir.� (Saim Sakaoğlu, Nasreddin Hoca Fıkralarından Seçmeler)

�Nasreddin Hoca�nın fıkraları, insanları kahkahalara boğan ve sırf güldürmek maksadıyla söylenmiş sözler değildir. Aksine dinleyen ve gülen kişileri bir süre sonra düşündürmeye sevkeden birer hikmet pırıltısıdır.�(Selami Şimşek, Nasreddin Hoca ve Tasasavvuf)

�Dünya durdukça duracak o. Hoca�yı bu ölmezliğe eriştiren güler yüzü, tatlı dilidir. �Eflatun Cem Güney, Nasreddin Hoca Fıkraları)

�Millî ve dinî kültürümüzü tam bilmeyen ehliyetsiz araştırmacıların kaleminde sanki bir �komedyen�miş gibi gösterilen Hoca, esasen büyük bir mürşid, büyük bir ahlâkçı idi�.� Mustafa Tatçı, Türk Edebiyatı Dergisi, Nasreddin Hoca Özel sayısı)

�Ünü asırlardır sınırlarımızı aşmış, bütün dünyada tanınır ve sevilir hale gelmiş Nasreddin Hocamız adı üstünde Hoca�dır, bir gönül ehlidir, bir bilgi, hikmet ve nükte dehasıdır, Türk-İslâm medeniyetinin �gülen yüzü�dür. Güldürürken düşündüren bir halk bilgesidir.�(Mustafa Özçelik, Nasreddin Hoca)

�Hoca, çok yönlü bir halk filozofudur. O aynı zamanda İslam eğitim felsefesi ve Türk karakterinin birçok inceliklerini yansıtmaktadır.�Abdullah Özbek, Bir Eğitimci Olarak Nasreddin Hoca)

�Hoca, her şeyden önce bir Müslüman_Türk düşünürüdür. Fıkraları da komiklik, gülmece, güldürmece, eğlence basitliğine indirgenemeyecek ölçüde yavanlıktan uzak, derinlikli, hikmetli, eğitici ve irşad edicidir.� (Osman Arslan, Çınar Dergisi Nasreddin Hoca Özel Sayısı

�Nasreddin Hoca, uyarıcı reflekstir, uyarıcı ve düşündürücü refleks. Hayatın doğal gerçeğidir. Hayatın olabildiğince acımasız olan yanını esnetiyor, sevecenleştiriyor, çekici kılıyor.� (A. Haydar Haksal, Yedi İklim N. Hoca Özel sayısı)

�Hoşgörülü, hazır cevap, dindar, güldürürken düşündüren, kıvrak bir zeka ve espri kabiliyetine sahip olan Nasreddin Hoca,. 700 yıldır herkesin sevgisini kazanmış bir halk adamıdır. Kültür tarihimizin fıkra kişileri arasında Nasreddin Hoca kadar bütün dünyada ün yapmış bir başka kişiliğe sahip değiliz.� (Selçuk Çıkla, Yedi İklim Dergisi N. Hoca Özel Sayısı)

�Mert, güleryüzlü, gerçekçi, sabırlı, hafife alıcı yanlarıyla Hocamız, yüksek mizahını temsil etmekte olduğu Türk halkının kendisidir. O halkın ideal adamı yani �Al�eren� dediğimiz olgun insandır.� (Ahmet Kabaklı, Türk Edebiyatı Dergisi, N. Hoca Özel Sayısı)

�Fıkralarında ârif, nüktedan Türk halk adamının iyimser dünya, çeşitli hayat olayları karşısındaki davranışını özlü, kısa yorum ve cevaplarla yansıtan Nasreddin Hoca, kalender, rind bir halk filozofudur. Gündelik kaygılara, sıkıntılı durumlarla tatlı bir çözüm yolu bularak, hayatı sert yergilerden uzak bir hoşgörü açısından değerlendirir.�(Behçet Necatigil, Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü)

�Nasreddin Hoca fıkralarında alay yoktur, hiciv yoktur. Basit, mütevazı, halkın günlük normal işleri, yaptıkları, sevinçleri, üzüntüleri, tuhaflıkları, anlaşmazlıkları, kavgaları Nasreddin Hoca hikâyelerini oluşturur.�(Nejat Muallimoğlu, Nasreddin Hoca)

Konya Nasrettin hoca

Nasrettin Hoca Hayatı ve eserleri NASREDDİN HOCA

Nasreddin hoca 1208 yılında Sivrihisar'ın Horto köyünde dünyaya gelmiştir. İlk öğrenimini köyün imamı olan babası Abdullah Efendi'den almış Arapça ve dini bilgiler öğrenmenin yanında Kur'an'ı ezberleyerek hafız olmuştur. Konya'ya giderek öğrenimini sürdürdü.
Öğrenimini tamamladıktan sonra Sivrihisar'da başladığı imamlık görevini Akşehir'de sürdürdü. Yerleştiği Akşehir'de zamanla müderris oldu. Burada evlendi ve kesin olmamakla beraber 1284 veya 1295 yılında orada vefat etti.
Yıllardan beri anlatıla gelen fıkralar ve hikayeler ilk defa 1837'de İstanbul'da Matbaa i Amire'de Mısır'da ise Bulak Basımevi'nde yapılmıştır.
Nasreddin Hoca yüzyıllardan beri tüm Türk Dünyasında güldüren ve düşündüren hikaye ve fıkralarıyla bilinmektedir.Türbesi Akşehir''''de olmasına rağmen bütün Türbesi Akşehir'de olmasına rağmen bütün Türk Dünyasında kendisinin makamları vardır.Türk milletinin zeka inceliğini nükte gücünü en iyi şekilde yansıtan kişi olarak Türk Kültür Tarihinde layık olduğu seçkin yerini almıştır.
Nasreddin Hoca tüm hayatını insanlara doğru yolu göstermeye insanların zaaflarnı nükteli bir dille vurgulayarak onları kötülüklerden sakındırmaya harcamıştır.Onun hikayeleri hikmet ve ibret dolu olup zamanla atasözü haline gelmiştir.Her biri keskin bir zeka doğru işleyen bir aklının ürünüdür.
1208 - 2008 Hoca�nın 800 yıl önce başlayan dünya yolculuğu fıkra ve nükteleri aracılığıyla hâlâ devam ediyor. Çok az faniye nasip olan bu �uzun ömür�ün semeresi nükte ve fıkralarıyla Hoca; çözümsüz meselelere, çarpık durumlara, hayatın her alanında karşımıza çıkan yozlaşmaya parmak basmaya, güldürürken düşündürmeye ve ders vermeye devam ediyor.
Nasreddin Hoca ’nın yasamıyla ilgili bilgiler, halkın kendisine olan aşırı sevgisi yüzünden, söylentilerle karışmış, yer yer olağanüstü nitelikler kazanmıştır.

Nasreddin Hoca'nın Kişiliği

Nasreddin Hoca, ömrünü insanlara doğru yolu göstermeye hasreden, iyilikleri bildiren, doğruya sevkeden ve kötülüklerden sakındıran bir veli idi. Bu işi yaparken tabiatı icabı kendisine has bir yol tutmuştur. Böylece hakkın anlatılması ve cemiyetteki bozuk yönlerin düzeltilmesi için, meseleyi halkın anlayacağı bir dil ve üslub ile, gayet manidar latifeler halinde kısa ve öz olarak dile getirmiştir.
Latifeleri hikmet ve ibret dolu birer darb-i mesel gibidir. Bu bakımdan adına uydurulan edep dışı ve nükteden uzak bir takım fıkraların onunla ilgisi yoktur. Manidar latifeleri önce yakın cevresinde şifahi olarak dilden dile dolaşmış, sonraları git-gide yayılmış ve zamanla bir takım değişikliğe uğramıştır. Bu sebeple onun olmayan bir takım bayağı fıkralar da ona mal edilerek anlatılmıştır.
Yapılan ilmi çalışmalar, onun ilim ve edeb sahibi bir veli olması, söz konusu sıradan basit fıkraları söylemediğini açıkca göstermektedir. Ayrıca, Nasreddin Hocan´ın efsanevi bir kişi değil, on üçüncü asırda Anadolu Selçukluları zamanında yaşamış salih bir müslüman olduğunu ortaya çıkarmıştır. Çünkü onun nükteleri, bir insanın başından geçen gülünç hadiselerin ifadesi değil, görünüşte güldürücü aslında ince hikmetleri dile getiren, düşündürücü latifelerdir.
Ayrıca Türk milletinin zeka inceliğini, nükte gücünü en iyi şekilde yansıtan bu nüktelerin belirli vasfı; Allahü Teala'nın emir ve yasaklarını bir latife üslubu ile bildirmesidir.
Bu latifelerin toplandığı eserlerden biri, Londra´da British Museum´da. Haza Terceme-i Nasreddin Efendi Rahme başlıklı yazma eserdir. Ancak bu eserdeki latifelerin bir kısmı,onun üslubuna ve nükte tekniğine uymamaktadır. Nitekim eserin sonunda bu durum:
�İşte Nasreddin Efendinin kibar-ı evliyadan (Evliyanın Büyüklerinden) olduğuna şek ve şüphe yoktur. Merhumun bu kıssalardan haberi var yok böyle yazmışlar. Her kim okuyup tamamında bu merhumun ruhu için bir Fatiha bağışlarsa, Hak sübhane ve teala ol kimsenin ahir ve akibetini hayr eyleye� şeklinde belirtilmiştir. Ayrıca, Letaif-i Nasreddin Hoca adlı eserde başka nüktelerine yer verilmiştir.Nasreddin Hoca, fert ve toplumu her yönüyle çok iyi tanımış, insanların aile, komşuluk, dostluk, ticari münasebetlerine ait cemiyette gördüğü aksak yönleri düzeltmek ve nasihat etmek maksadıyla nüktelerle dile getirmiş, düşünmeye ve doğruya sevk etmiştir. Sosyologlar ve psikologlar, insanı ve cemiyeti tanıyıp, çeşitli yönlerini incelemek için onun latifelerinden çok istifade etmişlerdir.
Nasreddin Hoca fıkraları, batı dillerine de çevrilmiş ve bu dillerde Hoca hakkında mühim neşriyat yapılmıştır. Bunlar arasında Pierre Mille´in Nasreddin et son epouse adlı kitabı, Edmonde Savussey´in La Litterature Populaire Turque adlı eserindeki Nasreddin Hoca bölümü, Jean Paul Carnier´in Nasreddin Hoca, et ses Histoires Turques adlı eserleri sayılabilir.

NASRETTİN HOCA 800 YAŞINDA!

Mevlana Yılı olarak kutlanan 2007´nin ardından, 2008´de de Nasreddin Hoca´nın 800. doğum yıldönümü kutlanacak.

Nasreddin Hoca ve Turizm Derneği Başkanı Taner Serin, türbesi Konya'nın Akşehir ilçesinde bulunan Nasreddin Hoca'nın, büyük bilgin ve düşünürler yetiştiren 13. yüzyılın, Türk-İslam dünyasına hediye ettiği Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli gibi kültürel değerlerden biri olduğunu belirtti.

UNESCO'nun Mevlana Yılı ilan ettiği 2007'de Mevlana'nın, mesajları, hayatı ve eserlerinin tüm dünyaya yoğun şekilde tanıtılmakta olduğunu anımsatan Serin,

''Mevlana'dan bir yıl sonra, 1208 yılında dünyaya gelen Nasreddin Hoca'nın 800. doğum yıl dönümünü 2008 yılında kutlamaya hazırlanıyoruz. Benzer tanıtım çalışmalarının Nasreddin Hoca için de yapılmasını arzu ediyoruz'' dedi.

Bu tanıtım çalışmalarının, Akşehir ve Türkiye'nin tanıtımı şeklinde yapılmasını düşündüklerini belirten Serin, Nasreddin Hoca'nın tanıtımının Akşehir'in yerli ve yabancı turizm potansiyelini artıracağını ifade etti.

HOCA, ACIYI BAL ŞEKLİNDE SUNARDI

Aynı dönemde Konya'da yaşayan Mevlana ile Nasreddin Hoca ile ilgili bilinen kesine en yakın ortak bilginin, ikisinin de, halen mezarı Akşehir'de bulunan dönemin din alimi Seyit Mahmut Hayrani'den ders almış olmaları olduğunu anlatan Serin, şunları kaydetti:

''Mevlana kadar bilinmese de Nasreddin Hoca, dünya çapında pek çok bilim adamının üzerinde araştırma yaptığı, eser yayınladığı çok büyük bir değer.

Ülkemizde en az bir Nasreddin Hoca fıkrası bilmeyen yok gibidir. Her yıl ilçemizde düzenlenen uluslararası şenlikle andığımız Nasredin Hoca, her şeyden önce çok iyi bir gözlemci. Çevresinde olan biteni çok iyi analiz edip, yanlışları belirleyip, çok ince bir mizahi üslupla insanlarla, toplumla hatta kendisiyle alay ediyor, yanlışı halkın yüzüne vurup bunlardan ders çıkarılmasını amaçlıyor.

Konya Höyük

Hüyük ve tarihi hakkında genel bilgiler

HÜYÜK

Yüzölçümü : 448 km2
Nüfusu : 67.288
İlçe Merkezi : 11.068
Köyler : 56.220
Rakım : 1245 m

Hüyük ilçesinin tarihi MÖ. 2000 yıllarında Hititler'le başlamaktadır. Bu dönemden kalan en önemli eser Eflatun Pınarı Anıtıdır. Asur, Friğ, Lidya, Pers, Büyük İskender ve Romalılar tarafından istila edilen Hüyük; pek çok uygarlığın harman olduğu nadir ilçelerimizden biridir.

Anadolu Selçuklu Devleti'nin merkezi Konya, yazlık merkezinin de Beyşehir gölünün batı kıyısındaki Kubad-Abat olması, bölgemizin önemini artıran sebeplerin başında gelir. 1243 yılında İlhanlı askerleri Çobanoğlu Demirtaş komutasında Anadolu'da büyük tahribat yapmışlar, kargaşaya yol açmışlardır.
Bu ortamdan en az zararla kurtulmak için Konya'da oturan Hz. Mevlâna, öğrencilerinden, bölgenin elverişli yerlerinde gizlenmelerini istemiştir. İşte, bu arada Hüyük'ün kurucuları olarak bilinen ve Hüyük'te türbeleri bulunan Şeyh İdris ve Şeyh Bahri'nin bu çerçevede Moğol zulmünden kaçarak Hüyük'e yerleşmişlerdir.

Hüyük, 1210 yıllarında Horasan’dan Konya’ya göç eden Şeyh İdris ve kardeşi Şeyh Bahri tarafından kurulmuştur. Söz konusu şahıslara ait türbeler halen İlçe merkezinde mevcuttur.
Ayrıca bölgenin Yontma Taş Devrinden beri iskana tabi tutulduğu, muhtelif yerlerde bulunan çeşitli tarihi eşyalardan anlaşılmaktadır.

Hüyük ilçesi Akdeniz bölgesinin Göller Yöresinde bulunmaktadır. Konya'nın 85 km. batısında bulunan Hüyük, kuzeyinde Doğanhisar ve Şarkikaraağaç, güneyinde ise Beyşehir ilçeleriyle çevrelenmektedir.İlçenin kuzey ve doğusu Sultan Dağları'nın uzantısı olan ve ortalama yüsekliği 1500-2000 m'lik dağlarla kaplıdır. Batı'da dalgalı arazi bulurken, güney ve güneybatısı Beyşehir Gölü'ne kadar düzlüklerden oluşmaktadır. Akarsu olarak ise, kuzey ve doğudaki dağlık arazinin yağmur sularını Beyşehir Gölü’ne ulaştıran küçük dereler vardır.

Hüyük ,1943 yılında Bucak,1955 yılında Belediye ve 4.7.1987 tarih ve 3392 sayılı Kanunla İlçe olmuş, 18 Ağustos 1988 tarihinde Kaymakamın gelişi ile fiilen İlçelik faaliyetlerine başlamıştır.

Hüyük ilçe merkezi Konya’nın batısında yer almakta olup, mevcut karayolu ile Konya’ya uzaklığı 85 km.dir. Kuzeyinde Doğanhisar ve Şarkikaraağaç, güneyinde Beyşehir İlçesi yer almaktadır. Hüyük’ün kuzey ve doğusu dağlar ile çevrilidir. Kuzeyinde Sultan Dağları yer almaktadır. Batısında Beyşehir Gölü ve güneyinde de engebeli ve yayvan sırtlarla çevrili kuru ziraatın yapıldığı tarım arazileri vardır. İlçenin büyük bir kısmındaki toprak yapısı da aynıdır.

İlçemiz Hüyük, konum itibari ile Akdeniz bölgesinin kuzeyinde ve Göller bölgesinde yer aldığından, iklim olarak Akdeniz ile İç Anadolu iklimi arasında bir özellik göstermektedir. Göller bölgesinin tipik özelliği olarak, yazlar sıcak, kışlar soğuk ve yağışlı geçer.

Konya Derebucak

Derebucak ve tarihi hakkında genel bilgiler

DEREBUCAK

Yüzölçümü : 483 km2
Nüfusu : 21.495
İlçe merkezi : 5.647
Köyler : 15.848
Rakım : 1235 m.

Derebucak ilçemizin kuruluşu 1200-1300 yılları arasına kadar uzanmaktadır. Önceleri Antalya ile Akseki ilçesine bağlanmış, 1900 yılında Akseki'den ayrılarak Seydişehir İlçemize bağlanmış. 1967 yılında belediye teşkilatı kurularak Beyşehir'e bağlı hale getirilmiştir.

1987 yılında kabul edilen "103 ilçe Kurulması Hakkında Kanun" ile Derebucak ilçe olmuş Ağustos 1998 de fiilen ilçelik hüviyetini kazanmıştır.

Konya İl merkezinin 140 km. batısında yer alan Derebucak; Toros Dağları'nın keşfedilmeyi bekleyen yayla, tepe ve mağaraları ile Konya'nın şirin ilçeleri arasında yer almaktadır.

4 kasaba ve 4 köyü bulunan Derebucak'ta halkın geçim kaynağını halıcılık, av tüfeği imalatı ve hayvancılık oluştururken 1968 yılında itibaren yurt dışına işçi olarak gidişler başlamıştır. Avrupa ülkelerine yapılan işçi sevkiyatı sonucu kooperatifçilik yaygınlaştırılmıştır. Derebucak genelde dağlık bir yapıya sahip olduğundan tarım alanları nüfusa oranla yeterli değildir. İlçede ticari faaliyet genellikle küçük esnaf şeklinde devam etmektedir.

Derebucak'ın toplam alanı 66.000 Hektar olup, ancak bunun 15.000 Hektarı tarım alanıdır. İlçede 2500-3000 dönüm sulanabilir tarım alanı mevcuttur. Sulu tarım yapılan yerlerde patates, domates, fasulye, mısır, soğan gibi ürünler, kuru tarım yapılan alanlarda ise; buğday, arpa ve nohut üretilmektedir. Sebze ve meyve çeşidi olarak, bölgenin ikliminde yetişen her türlü meyve ve sebze yetiştirilmektedir.

Derebucak'ın toprak yapısı genelde kumlu ve kireçlidir. Bölgenin belli başlı akarsularından olan Koca Dere Çamlık Beldesinden doğup Gembos Ovasında bulunan düdende batmaktadır. Bundan başka daha küçük olmakla beraber birkaç dere bulunmaktadır. Dağlar; genellikle selvi, çam, ladin, ardıç gibi iğne yapraklı ağaçlarla kaplıdır.

Mağaralarıyla dikkatleri üzerine çeken Derebucak merkezinde Balat Mağarası ile Çamlık Kasabasındaki Suludere ve Körikini Mağaraları ilginç merkezler arasında sayılabilir. Taşpınar Köyünde bulunan Hitit kabartması bölgedeki yerleşimin Hitit dönemine kadar uzandığını kanıtlamaktadır.

Konya Emirgazi

Emirgazi ve tarihi hakkında genel bilgiler


EMİRGAZİ

Yüzölçümü : 829 km2
Nüfusu : 17.301
İlçe merkezi : 10.818
Köyler : 6.483
Rakım : 962 m.

Emirgazi ilçemizin tarihinin Hititlere kadar dayandığı, eski Kışla (Dikilitaş-Yukarıkışla) ve Arısama (Belkaya) da yapılan kazılarda bulunan tabletlerden anlaşılmaktadır. İlçe adını, 2 km. güney doğusundaki "Emrullah Gazi" Türbesinden almıştır. İlçemiz Emirgazi, il merkezine l40 km. mesafede bulunmaktadır. Doğusunda Niğde ili, Güneyinde Ereğli İlçesi, Batısında Karapınar İlçesi ve Kuzeyinde Aksaray İli vardır.

Hititlerden kalma Eski Kışla diye adlandırılan yerleşim merkezi üzerinde bulunan Kale ve Yeraltı şehrinden Romalılar ve Bizanslılar faydalanmışlardır. Rivayetlere göre bu yerleşim merkezindeki ve Bağlıca Köyündeki halk 5 asır kadar önce dağlara bir kısmı Arısama Dağındaki Kale'ye, bir kısmı da şimdiki Emirgazi'nin kurulu olduğu yere yerleşmişlerdir.

Emirgazi’nin yaklaşık 2 km kuzeyinde yer alan ve "Kötü Dağ" ismiyle anılan dağ, üzerinde bir kale mevcut olup, kale ve çevresindeki yerleşim yerlerinde eski zamanlarda yapılan kaçak kazılar sonucu; Hitit, Firigya, Roma ve Bizans Uygarlıklarının daha önce bu yerde yaşadıkları anlaşılmaktadır.

Emirgazi ilçesi İçanadolu'nun en az yağış alan bölgelerinden birisidir. Ayrıca akarsu veya gölet gibi herhangi bir yerüstü su kaynağına sahip değildir. Arazi, bazı bölümlerde engebeli ise de genelde ovalıktır ve bozkırlarla kaplıdır. İlçenin tek ormanlık alanı güney bölümdeki Karacadağ' da bulunan meşeliklerdir.
Emirgazi'de Gezilecek yerler

Kolak Kabartmaları Çomakhacı Köyü, Gölören ve Elmayokuşu mesirelik alanları.

1. Çomakhacı Barajı
2. Kolak Yaylası
3. Koyunkıran dağları
4. Tepesidelik Tepesi
5. Karahamdi Deresi
6. Toluca Anıtı
7. Kötü Kale
8. Şarışlı Kalesi (Kayasaray)
9. Kaya Saray

Konya Tuzlukça

Tuzlukçu ve tarihi hakkında genel bilgiler

TUZLUKÇU

Yüzölçümü :589 km2
Nüfusu : 9.909
İlçe merkezi : 5.969
Köyler : 3.940
Rakım : 1000 m.

Tuzlukçu ilçesinin , İbrahim Hakkı Konyalı'nın "Konya İli" adlı kitabında Kanuni Devri'nde, 15 hanelik bir oba olarak kurulduğu yazılmaktadır. Tuzlukçu halkının Doğanhisar Ketenli yaylasından gelerek yazla yakınlarında viran veya ören Tuzlukçu adı verilen mevkiinde konakladıkları, daha sonraları bilinmeyen nedenlerle buradan göç ederek bugünkü yukarıda mahallede bulunan Hüyük ismi verilen tepenin çevresinde yerleştikleri anlaşılmaktadır.

Tuzlukçu' ya ikinci bir kafile olarak da Sultandağı eteklerinde, yaşayan hayvancılıkla geçinen Avşar Türkmenler'inden bir boy gelmiş 1450 yılları civarında bu kafile bugünkü aşağı mahallenin çevresinde yerleşmişlerdir.

İlçemizin isminin Tuzlukçu olması konusunda çeşitli rivayetler vardır. Bir rivayete göre çevre ilçe ve köylerden tuz getirmek için tuz gölüne gidin kervanların konaklama yeri olduğu için bu yöreye Tuzlukçu adı verilmiştir. Bir diğer rivayete göre arazinin kıraç ve ağaçsız olması, esen sert rüzgarlardan da çok toz kalkmasının dolayı yöreye Tozlukçu denilmiştir. Zamanla Tozlukçu ismi değişime uğrayarak Tuzlukçu şekline dönüşmüştür.

Cumhuriyetin ilk yıllarında Akşehir İlçesine bağlı bir köy olan Tuzlukçu 1929 yılında aşağı ve yukarı Tuzlukçu' nun birleşmesiyle nahiye olmuştur. 1949 yılında nüfusunun 2000'i aşması sonucu belediye teşkilatı kurulmuş, 9 Mayıs 1990 tarihinde de ilçe olmuştur. Halen 11 köyü bulunmaktadır.

Doğusu Ilgın , batısı Akşehir Gölü ve Afyon'un Sultandağı İlçesi Güneyi Akşehir ve Kuzeyi Yunak ile çevrilmiştir. Türkmen-Emir dağlarının güneydoğu uzantılarına yaklaştıkça neojen tabakalardaki dalgalılığın arttığı dikkati çeker. Konarı Köyü bu genç oluşumlarla eski kitlelerin temas yeridir. Hursunlu'dan Konarı ve Kundullu'ya doğru gidildikçe hemen tamamen genç kalkerler üzerinden geçilir. Kundullu ve Konarı'dan Tuzlukçu'ya doğru gelindiği zaman kalkerlerin kuzeybatıda kaldığı görülür Fakat az sonra dik bir basamakla ovaya doğru inilir. Basamağın nisbi yüksekliği 60-70 m. kadardır. Tuzlukçu bir ovanın içerisindedir.

Tuzlukçu ilçesinde hiç akarsu olmamakta birlikte bazı köylerde çok küçük dereler vardır. İlçenin güneybatısında bulunan Akşehir gölü Konya İlinin üçüncü büyük gölüdür. İlçenin bitki örtüsü bozkır olup, genelde yeşilliğin az olduğu görülür. Denizden yüksekliği 960'm.dir. Suyu tatlıdır. Sultan Dağları'ndan inen kar ve yağmur sularından meydana gelen dere sularıyla beslenir. Bunun yanında Eber Gölü'nün fazla suları da Akşehir gölüne boşalır. İçinde az da olsa sazan ve turna balığı bulunur. Göl Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 1992 yılında 01/07/1992 tarih ve 1368 kararla "Doğal Sit Alanı" ilan edilmiştir.

Konya Çeltik

Çeltik ve tarihi hakkında genel bilgiler


ÇELTİK

Yüzölçümü : 637 km2
Nüfusu : 15.360
ilçe merkezi : 4.750
Köyler : 10.521
Rakım : 850 m.

Çeltik ilçesinin kuruluşu 11. ve 12. Yüz yıla kadar uzanmaktadır. İbrahim Hakkı Konyalı'nın "Konya Tarihi" adlı eserine göre Çeltik'in geçmişi Karaman Eyaletine bağlı Akça şehrine dayanmaktadır. Selçuklular ve Karamanoğulları dönemine ait tarihi eserleri bulunmaktadır.Çeltik Merkez Cami en önemli tarihi eserlerinden birisidir.

Çeltik yakınlarındaki İbanın Kuyusu denilen yerde kurulan Akça şehri 1902'de ilçe kimliği kazanmış, ancak bataklığı ve sivrisinek çokluğu sebebiyle ilçe sıfatıyla önce Hatırliya verilmiş, Daha sonra da Cihanbeyli'ye aktarılmıştır.

1958 yılına kadar köy olarak kalan Çeltik, bu yıl da bucak, 10 yıl sonra da kasaba statüsü kazanmış, 9 Mayıs 1990 tarih ve 3644 sayılı "130 ilçe Kurulması Hakkında Kanun" ile İlçe olmuştur. İlçemiz iki kasabası yedi köyü bulunan 625 km2 yüzölçümlü bir yerleşim birimidir.

İlçe merkezi Bahçelievler Mahallesi, Yeni Mahalle, Fatih Mahallesi ve Selçuk Mahallesi olmak üzere dört mahalleden oluşmaktadır. İlçe merkezinin nüfusu 4.750, 22 Ekim 2000 nüfus sayımına göre toplam İlçe nüfusu 15.360 kişidir. Yıllık nüfus artışı % 2 olup km2’ye 24 nüfus düşmektedir. Nüfusun % 5’i Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde işçi olarak çalışmaktadır.


Sosyal yönden ilçe halkı köy yaşantısıyla şehir yaşantısı arasında geçiş safhasındadır. Konutlaşmada bu durum özellikle dikkat çekmektedir. Çeltik nüfusunun % 30’a yakını Trabzon, Afyon, Emirdağ ve Konya Doğanhisar gibi yerleşim birimlerinden gelen ailelerle karma bir toplum oluşturmaktadır.

Çeltik ilçe Merkezi başta olmak üzere Küçükhasan Kasabası ve İshakuşağı Köyünde Avrupa ülkelerinde çalışanların sayıları fazla olup, yetişen gençleri iş sahibi yapmak için akraba evlilikleri olmaktadır. Avrupa’da çalışan işçilerin ilçeye yatırımları oldukça azdır.

Konya'nın kuzey batısında yer alan Çeltik, Doğuda Polatlı, batıda Emirdağ, Güneyde Yunak, Kuzeyde ise Sivrihisar ile çevrilidir.

İç Batı Anadolu üzerinde kurulmuş Çeltik'te kara iklimi hüküm sürmekte, yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve kar yağışlı geçmektedir.

Konya Derbent

Derbent ve tarihi hakkında genel bilgiler

DERBENT

Yüzölçümü : 442 km2
Nüfusu : 19.120
İlçe merkezi : 10.206
Köyler : 8.914
Rakım : 1480 m.

Derbent ilçesinin, 18.yüzyıla ait Osmanlı belgelerine göre eski adı Tatlarhisarı'dır. Tatlarhisarı Derbent'in kuzeyinde bulunan bir köyün adıdır.
Konya Salnamelerinde 1880 den sonra Derbent'i kayıtlı görüyoruz. Bu tarihte Derbent' te bir medrese bulunduğu rivayet edilmektedir. On sekizinci asırda imparatorluk sınırları içindeki Derbent Teşkilatları bozulmaya başlamıştır.

Bu bozulma ,Konya Tatlarhisarı Derbent’i için de geçerlidir. Bozulma sonucunda, Tanzimat Devrinde yeni kurulan Zaptiye İdaresine bağlanan Derbent, bundan sonra da sadece “Derbent” ismiyle anılmaya başlanmış, kayıtlara da “DERBENT” olarak geçmiştir.

Derbent'te yerleşik bulunan halkın büyük çoğunluğu Tatlarhisarı Köyü'nün devamıdır. 1720 yılında Arkıd-Hanına Akşehir ve Ilgın Kazaları ve köyleri ile birlikte Derbent civarına da 62 hane nakledilmiştir. Bu 62 haneden kaçının Derbent civarına yerleştirildiği tespit edilememiştir. Bölgeye yerleştirilenler: Boz-Ulus Türkmenlerinden Kara-Halilu, Çavuşdurlu ve Bekirli cemaatleri (Aşiretleri) idi.

Derbent ,1930 yılında kasaba ve 1990 yılında da ilçe olmuştur. Yüzölçümü 300 km2 olup, bunun yaklaşık 10 km'si sulanabilir vaziyette toplam 156 km2' si tarım arazisidir. Kalan kısım ise yerleşim yerleri ile orman ve mera arazileridir.

Derbent: lgın, Doğanhisar, Kadınhanı, Beyşehir, Selçuklu, ve Hüyük ilçeleriyle çevrilidir. Derbent, engebeli bir arazi yapısına sahip olup, Uzundere, Bellikli ve pınarcık yaylalarıyla ilgi çekicidir. Önemli bir akarsuyu yoktur. Pınarlı, Derecik, Çiğdemli, Ardınçlı önemli küçük derelerdir. Derbent Göleti ilçe için önemlidir. Sulu tarım bu gölet ile yapılmaktadır. Damla suyu da içme suyu olarak kullanılmaktadır.

İlçemizde karasal iklim hüküm sürer. Yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve yağışlıdır. En fazla yağış ilkbahar aylarında görülür. Dere boyları oldukça yeşildir. İlçenin önemli olmasını sağlayan en büyük kaynak Derbent Göletidir.
Derbent arazisi kuzeyden doğuya uzanan Morbel Dağları, doğudan güneye uzanan Aladağ, güneyinde Ablağı ve Dikmen Dağları ile batı ve kuzeyinde yer alan yaylalarla çevrilidir.

Konya halkapınar

Halkapınar ve tarihi hakkında genel bilgiler

HALKAPINAR

Yüzölçümü : 483 km2
Nüfusu : 6.269
İlçe Merkezi : 2.026
Köyler : 4.243
Rakım : 1150 m.

Halkapınar ilçemiz, Anadolu'nun en eski yerleşim yerleri arasındadır. Hitit Şehir Devletlerinden Tuvana Krallığı merkezi Aydınkent olmak üzere M.Ö. 1200 -M.Ö.742 yılları arasında Halkapınar'a hakim olmuştur. Bu krallıktan günümüze Aydınkent köyünde bulunan Kral Warpalavas'a ait İvriz Kaya Kabartması ulaşmıştır.

Asur egemenliğine geçen Halkapınar, M.Ö. 64 yılında Romalılara bağlanmış, M.S.395' de Roma'nın ikiye ayrılmasıyla Bizans denetimine geçmiştir. Adana ve Tarsus üzerinden Toroslar'a kadar ilerleyen Abbasi Devleti Yermük Savaşında Bizans'ı yenerek onlarla Halkapınar ile Ereğli'nin gelirinin vergi olarak ödenmesi şartıyla anlaşmışlardır. Abbasiler'in zayıflaması üzerine Bizans denetimine geçen Halkapınar, Malazgirt Zaferimiz'den 6 yıl sonra 1077'de Kutalmışoğlu Süleyman Şah tarafından Selçuklular'a bağlanmıştır.

1276'da Karamanoğlu Mehmet Bey zamanında Karamanoğlu Beyliğine geçen Halkapınar, 1468'de Fatih Sultan Mehmet zamanında Ereğli ile birlikte Osmanlı sınırlarına dahil edilmiştir. Osmanlı Devleti zamanında askerden arındırılmış bölge durumuna getirilen Halkapınar, İstanbul'da oturan Dar'us sade Ağası tarafından idare edilmiştir.

Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Halkapınar, Ereğli ilçesine bağlı bir bucak olmuş, Belediye Teşkilatına ise 1954 yılında kavuşmuştur. Eski adı Zanapa iken 1962'de Halkapınar olarak değiştirilmiştir.

İvriz Kaya Kabartmaları Anıtı ve özellikleri:

Halkapınar'ın Aydınkent köyünde bulunan İvriz Kaya Kabartması dünyanın en eski ziraat anıtlarından birisidir. Kısaca İvriz Kaya Anıtı, dünyadaki ilk tarım anıtıdır. Anıtın tarihi özelliği çevresinin doğal güzelliği ile birleşince Aydınkent köyü yerli-yabancı bir çok turistin uğrak yeri olmaktadır.

"TUVANA KRALLIĞINDAN ZAMANIMIZA GELEN EN ÖNEMLİ KABARTMADIR. Geç hitit dönemine ait kabartma tuvana krallarından WARPALAWAS tarafından M.Ö 8.YY.da yaptırılmıştır. Bereket tanrısı TARHUNDAS ile onun karşısında ibadet eden kral warpalawas figürleri vardır.Arka kısımdaki HİTİT hiyeroglif yazısında;

"BEN HAKİM VE KAHRAMAN TUWANA KRALI WARPALAWAS SARAYDA BİR PRENS İKEN BU ASMALARI DİKTİM TARHUNDAS ONLARA BEREKET VE BOLLUK VERSİN" denilmektedir. İvriz Kabartmalarında ayrıca ARAMİ, ASUR ve FRİG sanatının etkileri görülür."

Konya Doğanhisar

Doğanhisar ve tarihi hakkında genel bilgiler

DOĞANHİSAR

Yüzölçümü : 428 km2
Nüfusu : 41.164
İlçe merkezi : 12.520
Köyler : 28.644
Rakım : 1.201 m.

Doğanhisar ilçesi M.Ö. 500 yıllarında Metyos (Meteos) adıyla kurulmuştur. M.S. 395 yılında Bizans İmparatorluğunun eline geçmiş, M.S. 704-708 yıllarında Emevi ve Abbasi ordularının taarruzlarına uğramıştır. Bu savaşlarda şehit olan Seyit Ahmet'in mezarı şehrin Kızılışık Mevkiinde bulunmaktadır.

1071 Malazgirt Savaşını müteakip Selçukluların batıya yayılışları sırasında 1100 yılında Doğanhisar Türk hakimiyetine geçmiştir. Şehrin adı Selçukluların arması olan doğan kuşuna izafeten "Doğankalesi" olarak değişmiştir. Daha sonra Doğanhisar adını almıştır.

Doğanhisar, 1298 tarihinde Karamanoğulları idaresine geçmiş, Fatih Sultan Mehmet devrinde 1473 yılında Karamanoğulları saltanatına son verilerek Osmanlı İmparatorluğuna katılmıştır. Cumhuriyetten sonra 1957 yılında da ilçe merkezi olmuştur.

Doğanhisar ilçe merkezi Sultan Dağlarının kuzey doğuya bakan eteklerinde kurulmuştur. Konya'nın 122 km. batısında bulunmaktadır.

Doğanhisar ilçesi, doğuda Ilgın İlçesine, güneyde Hüyük İlçesine, batıda Isparta İli, kuzey batıda Akşehir ilçesi ile kuzeyde Ilgın Argıthanı Kasabasına komşudur. Doğanhisar’ın yüzölçümü 519.5 km2 olup, denizden yüksekliği 1200 metredir. Merkez belediye sınırları 93 km2' dir.

Doğanhisar ilçe Merkezi Sultan Dağlarının Kuzey Doğuya bakan eteklerinde kurulmuştur. Konya İl merkezine 122 km. uzaklıkta bulunmaktadır. Doğuda Ilgın İlçesine, Güneyde Hüyük İlçesine, Batıda Isparta İli, Kuzey Batıda Akşehir İlçesine, Kuzeyde Ilgın İlçesi Argıthanı kasabası ile komşudur. İlçenin Yüzölçümü 519.5 Km. olup, denizden yüksekliğin 1220 metredir.Merkez Belediye sınırları 93 Km2 dir.

Doğanhisar’da yağışlar ilkbahar ve sonbahar olmak üzere 2-3 ay kadar sürür. Yazlar kurak ve sıcak, kışlar yaklaşık olarak 2 ay karla örtülü kalır. Genel olarak kara iklimi hüküm sürer.

Doğanhisar, İzmir � Konya yoluna 18 Km. Isparta yoluna 40 Km uzaklıkta asfalt yol ile bağlanmaktadır. Doğanhisar Konya İline 122 Km, Akşehir İlçesine 45 Km uzaklıkta olup, Konya � Akşehir- Beyşehir ve Seydişehir İlçelerine günlük belirli saatlerde giden otobüslerle ulaşım sağlanmaktadır.

Doğanhisar-Argıthanı ile Doğanhisar-Hüyük yolları bakım ve onarım gerektirmekte ise de yeni yapılan ve halen inşaatı devam etmekte olan yol projesi bittikten sonra rahat bir ulaşım sağlanacaktır. Kasaba ve Köylerimize yaz aylarında rahat bir ulaşım sağlanmakta ise de Konakkale Kasabası ile Furunlu ve Güvendik köylerine kış aylarında ulaşım zorlaşmaktadır.

Konya Akören

Akören ve tarihi hakkında genel bilgiler


AKÖREN

Yüzölçümü : 490 km2
Nüfus : 17.533
İlçe merkezi : 10.993
Köyler : 6.540
Rakım : 1130 m

Dünyanın en eski kenti olan Çatalhüyük'e 49 km. gibi yakın bir mesafede olan Akören ilçemizin geçmişi M.Ö. 7000- 6500 yıllarına kadar dayanmaktadır.

Edinilen göre Akören bölgesinin gür ormanlarla kaplı ve çok miktarda av hayvanlarının olması nedeniyle "Av vuran" ile "Av veren" veya "Ağaç evreni" anlamına gelen ve "Avren" olarak adlandırıldığı, çevresindeki 7 viraneden gelen halkın bugünkü yerleşim yerinde toplanmasıyla "Akviran" olarak adının değişikliğe uğradığı söylenmektedir. Cumhuriyet döneminden sonra 1961 yılında İçişleri Bakanlığınca Akviran ismi değiştirilerek "Akören" olarak resmen tescil edilmiştir.

Başbakanlık Arşivi ile Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün arşivlerinden anlaşıldığı üzere 16. Yüzyılda Akören, Konya Sancağının Hatunsaray Kazasına bağlı ve askerlik işlemleri Seydişehir aracılığıyla yürütülmekte olan bir köy iken daha sonraları Çumra�ya bağlı bir köy haline gelmiştir. 4 Ağustos 1914 yılında Akören Bucak olmuş ve aynı tarihte de Belediye Teşkilatı kurulmuştur. 1953 Yılında Bucak iken adli teşkilat kurulmuş ancak 5 yıl hizmetten sonra 1958 yılında Çumra�ya nakledilmiştir.

1926 ve 1958 yıllarında iki ayrı ilçe olma girişimleri neticesiz kalmış ve nihayet 19 .06 .1987 gün ve 3392 sayılı kanunla kendisine bağlı 8 köyü ile birlikte Akören, ilçe statüsüne kavuşmuştur. Daha sonra 20.06.1991 gün ve 91-38043 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile Bozkır İlçesinden ayrılarak mülki yönden kendisine bağlanan Avdan, Dutlu ve Belkuyu ile birlikte köy sayısı 11 olmuştur.

İçanadolu Bölgesinin güney batı kısmında yer alan Akören'in kuzeyinde Konya ili ve Abaz Dağları, güneyinde Bozkır ve batısında Seydişehir bulunmaktadır. Sınırları içerisinde May Barajı (7.8 km2) ile Akören ve May Göletleri bulunmaktadır. Bu göllerde özellikle aynalı sazan ve kırmızı süs balıkları bulunmaktadır. Akören’de İç Anadolu Bölgesinin tipik iklimi olan kara iklimi hüküm sürer. Kışları soğuk ve yağışlı, yazları sıcak ve kurak geçmektedir.

Akören'deki tarihi eserler

Akören tarihi yönden oldukça zengindir. Yarımca mevkiinde Selçuklular'dan kalma olduğu sanılan bir Sarnıç, Akçeşme mevkiinde mezarlar ve bunlara ait mezar taşları ile Selçuklular'dan kaldığı sanılan bir köprü bulunmaktadır. Akören'in merkezi sayılan Çeşme Camii'nin avlusunda bir su deposu bulunmaktadır.
Akören'in kuzeybatısında bir dağda savaş zamanı kazıldığı sanılan, kırk tane bölmesi olduğu bilinen bir mağara bulunmaktadır. İlçedeki en eski yapı 1850 yılında inşa edilen Koca Camii'dir. 1916 yılında yapımına başlanan Koca Çeşme 'nin ise Sille 'de oturan Rumlarca yapıldığı belirtilmektedir.
Coğrafi Yapısı ve İklimi:

37c-38c Kuzey enlemleri ile 32c-33c doğu boylamları arasında İç Anadolu Bölgesinin güneybatı kısmında yer alan Akören�in kuzeyinde Konya ve Abaz Dağları, güneyinde Bozkır, doğusunda Çumra ve batısında Seydişehir bulunmaktadır. İlçenin mülki sınırları içerisinde May isimli bir baraj gölü (7,8 Km2) ile Akören ve May isimli 2 gölet bulunmaktadır. İlçenin yüzölçümü yaklaşık 445 Km2 olup denizden yüksekliği 1.130 metredir. İlçede İç Anadolu Bölgesinin tipik karasal iklimi hüküm sürer. Bölgede ölçülen en yüksek sıcaklık 1960 yılının Ağustos ayında 40,8 santigrat, en düşük sıcaklık 1960 yılının Ocak ayında �28,2 santigrat derecedir.

Konya Altınekin

Altınekin ve tarihi hakkında genel bilgiler

ALTINEKİN

Yüzölçümü : 1106 km2
Nüfusu : 27.018
İlçe merkezi : 11.749
Köyler : 15.269
Rakım : 970 m

Altınekin ilçemizin tarihi oldukça eski devirlere, Hititlere kadar dayanmaktadır. Altınekin ilçemizde Romalılara ve Frigyalılara ait eseler bulunmaktadır.

Altınekin�in eski adı suyu bol anlamına gelen ZIVARIK�tır. Roma devrinde Pegella adında büyük bir kent olan Altınekin en parlak dönemini Selçuklular zamanında yaşamıştır. Bu dönemde büyük bir ticaret merkezi olan İlçemiz, Sarnıç Hanı ve Zıvarık Hanı ile yolculara büyük hizmetler vermiştir. Bu dönemin en önemli eserlerinden biride Ali Paşa camiidir

Altınekin, Selçuklular zamanında önemli ve parlak bir ticaret merkezi idi. Fakat Altınekin arazisinin kıraç oluşu gelişmiş olan ticaretini göçlerin başlaması nedeniyle yavaş yavaş söndürdü.

Cumhuriyet Döneminde genelde tüm kamu kuruluşlarıyla birlikte gelişmiş bir yerleşin merkezi iken, bu kurumlar daha sonra başka bir yere taşınmasıyla birlikte küçük bir nahiye halini almıştır. Daha sonra Altınekin4 Temmuz 1987 gün ve 19507 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 3292 Sayılı Kanunla ilçe olmuştur.

Altınekin'in yüzölçümüne baktığımızda 1106km²'lik bir alanda bulunmaktadır. İlçede 645960 dekar ekilebilen alan bulunmaktadır. Bunun 442800 dekarı sulu alanları, 203160 dekarı ise kuru alanları oluşturmaktadır. Yani ilçede ekilebilen alanların %69'u sulak alanları, %31'i ise kurak alanları oluşturmaktadır. İlçenin ekonomik göstergesi olan ve en çok yetiştirilen tarım ürünleri buğday ve şekerpancarıdır. Son zamanlarda ayçiçeği ve fasulyede kendini göstermeye başlamıştır.İlçede küçükbaş hayvanlardan en çok koyun, büyükbaş hayvanlardan ise en çok sığır yetiştirilir. Kümes hayvancılığı ise genelde herkesin kendi ihtiyacını karşılayacağı nitelikte yapılmaktadır.

İç Anadolu bölgesinde olması nedeniyle karasal iklim kuşağı içindedir. Ancak, Altınekin�deki karasal iklimin özellikleri İç Anadolu�nun karasal iklim tipinden çok, Doğu Anadolu�nun karasal iklim tipi ile benzerlik göstermektedir. Altınekin ile Konya arasında iklim farklılıkları vardır. Yaz ayları çok sıcak, kış ayları ise sert ve soğuk geçmektedir. Ortalama yıllık sıcaklık 10.9 c�dir. Kış aylarının büyük bir kısmında don olayı görülür. İlçede yıllık değerlere göre yağış miktarı ise, 373,5 mm.dir. Yılın Ocak, Şubat, Mart, Kasım ve Aralık aylarını incelediğimiz zaman donlu gün olaylarının genelde bu aylarda yoğunlaştığı gözlenmektedir.

Altınekin’e bağlı 3 mahalle, 2 kasaba, 15 köy vardır. İlçenin köy ve kasabasına bağlı çok sayıda yayla ve mezrası vardır. Altınekin in,Tarıma elverişli yer altı suları ile sulanan geniş arazileri vardır. Altınekin de bulunan Sarnıç Hanı, Zıvarık Hanı ve Ali Paşa Camii tarihi dokunun birer vesikasıdır.

Konya Hadim

Hadim ve tarihi hakkında genel bilgiler


HADİM

Yüzölçümü : 921 km2
Nüfusu : 69.141
İlçe Merkezi : 20.168
Köyler : 48.973
Rakım : 1495 m.

İlçemiz Hadim, Akdeniz kıyı şeridi ile Konya Ovasını birbirinden ayıran Batı Toros sıra dağlarının doğu kısmında Taşeli Platosunun tepeleri arasındaki dar vadiler üzerinde kurulmuş bir ilçedir. Hadim ilçe merkezinin tarihi antik dönemlere kadar uzanır. Çevresinde Bizans ve Roma dönemlerine ait bir çok yerleşim kalıntıları mevcuttur. Bolat örenyeri Hadim sınırları içerisinde yer almaktadır.

1071 Malazgirt savaşından sonra Anadolu'ya yayılarak Kara Hacı Mustafa Efendi başkanlığındaki bir aşiret Hadim'in bulunduğu yere yerleşmişlerdir. Anadolu'nun Kültürel yönden Türkleştirilmesi esnasında din alimlerinin yetiştirdiği bir yer durumuna gelen İlçemize "Belde-i Hadimül-ilm" adı verilmiştir. İsmi Hadim’le özdeşleşen, ilçede medfun bulunan, ünlü din alimi Hadimi Hazretleri’nin mezarı ve türbesi her yıl ziyaretçi akınına uğrayan, manevi mekanlarımızdan biridir.

İklim özelliği olarak Akdeniz bölgesi içerisinde yer alır. Konya İl Merkezine uzaklığı 128 Km' dir. Hadim’in Alanya ile sınırında kalan Gevne bölgesinde Aktepe (Geyi Dağları) 2588 m yükseklikte olup, İlçenin en yüksek noktasını oluşturur. Ayrıca, Hadim'de bulunan Yerköprü Şelalesi cilt hastalıklarına iyi gelmekle birlikte, görülmeye değer manzarasıyla adından sözettirmektedir.

Yerköprü Şelalesi
Konya'dan Karaman yönünde ovada uzanan ip gibi düz ve geniş yoldan, Hadim tabelasına kadar geliyorsunuz. Hadim'e gelmeden Aladağ'a doğru 29 km devam ederek çevreye uyumlu toprak renkli evleriyle göze batan Yağcılar'dan 7 km sonra, Bademli'ye ve Şelale'ye ulaşılıyor.
Araçtan inip çok kısa bir yürüyüşle su sesinin geldiği tarafa yönelince, kendinizi mağaralar, kireçtaşı havuzlar, yosunlu travertenler, çeşitli oluşumlar ve yöreye özgü bitkiler arasında buluyorsunuz. 20 metre yükseklikten koparcasına akan Şelale, bazen yer altından bazen de yer üstünden Akdeniz'e ulaşma uğruna, yoluna devam ediyor. Göksu nehri şaşırtıcı travertenlerin oluşumundaki etkisiyle izleyenlerde hayranlık uyandırıyor. Şelale çevresinde hem fotoğraf çekip, hem de değişik açılar bulmak gibi bir hevesiniz varsa, kayaların ıslak ve yosunlu, kaygan kısımlarına ve bastığınız yerlere özel bir dikkat gerekiyor.
Coşarak dökülen azgın suların, etrafa dağıttığı su zerrecikleri ve oluşan hırçın akıntıların çıkardığı uğultulu ses, kısa sürede üzerinizdeki tüm yorgunluğun ve birikimlerin kaybolmasına neden oluyor. Kükreyen su sesine karışan mutlu kuşların korosu eşliğinde piknik ve kamp yapabileceğiniz mekanda, mevsime göre değişen ışık efektleriyle farklı renkleri keşfedebilir, gökkuşağını görebilir ve ilginç fotoğraflar çekebilirsiniz. Yağışların neden olduğu toprak rengi su ise yazın daha bir maviliğe bürünüp netlik kazanıyor.

HÂDİMÎ HAZRETLERİ

Büyük velî, fıkıh ve tasavvuf âlimi. İsmi, Muhammed bin Mustafa, künyesi Mevlânâ Ebû Saîd'dir. 1701 (H.1113) senesinde Konya'nın Hâdim kasabasında doğdu.

Mevlânâ Ebû Saîd Muhammed Hâdimî'nin dedeleri Buhârâlıdır. Dedelerinden Hüsâmeddîn Efendi, Buhârâ'nın tanınmış asîl âilelerinden olup, âlim ve velî bir zâttı. Anadolu'ya gelerek, Hâdim kasabasında yerleşti. Muhammed Hâdimî'nin babası Fahr-er-Rûm (Rûm diyârının seçilmişi, herkesin onunla övündüğü) nâmıyla meşhûr Kara Hacı Mustafa Efendidir. Mustafa Efendi, tanınmış âlimlerdendi.

Muhammed Hâdimî, ilk tahsîlini babasından gördü. On yaşında Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. Arabî ve Fârisîyi öğrendi. Babasının emriyle Konya'daKaratay Medresesine yazıldı. Burada beş sene ilim öğrendikten sonra, hocası İbrâhim Efendinin tavsiyesi ile İstanbul'a gitti. İstanbul'da zamânın meşhûr âlimlerinden Kazâbâdî Ahmed Efendiden ilim öğrenerek icâzet aldı. Yirmi yedi yaşında yüksek tahsîlini bitiren Muhammed Hâdimî, dört katır yükü kitapla Hâdim'e döndü. Babasının boş bıraktığı Hâdim Medresesinde ders vermeye başladı.

Kısa zamanda nâmı İstanbul'a kadar varan Muhammed Hâdimî hazretleri, öncePâdişâh Üçüncü Ahmed Han, sonra da Birinci Mahmûd Han tarafından İstanbul'a dâvet edildi.

Hâdimî hazretleri talebelere ders vermenin yanısıra, insanların hidâyete gelmesine, İslâm ahlâkını ve hukûkunu öğrenmesine vesîle olmak için çok çalıştı. Pekçok kitap yazdı. Bu eserlerden, İmâm-ı Birgivî hazretlerinin Tarîkat-ı Muhammediye isimli kitâbına yaptığı şerhi çok kıymetlidir. Bu şerhe Berîka ismini vermiştir. Muhtelif târihlerde sık sık basılmıştır.

Muhammed Hâdimî hazretlerinin insanlığın saâdeti için hazırladığı eserleri pek çoktur. Bunlardan bâzıları şunlardır:

1) El-Berîkat-ül-Mahmûdiyye fî Şerhi Tarîkat-il-Muhammediyye, 2) Dürer Hâşiyesi, 3) Hâşiyetün alâ Tefsîr-i Sûret-in Nebe' lil-Beydâvî, 4) Risâletün fî Sülûk-in-Nakşibendiyye, 5) Risâlet-ül-Huşû'i fis-Salâti, 6) Risâletün fî Hakk-ıl-Istihlaf, 7) Arâyis-ün-Nefâisi fî İlm-il-Mantık, 8) Menâfî-ud-Dekâik fî Şerhi Mecâmi-ul-Hakâik. Bu eseri Mecelle'nin küllî kâidelerine kaynak olmuştur.

Konya Karapınar

Karapınar ve tarihi hakkında genel bilgiler

KARAPINAR

Yüzölçümü : 3030 km2
Nüfusu : 59.823
İlçe Merkezi : 37.881
Köyler : 21.942
Rakım : 995 m.

Karapınar ilçesi, Anadolu'yu Ortadoğu'ya bağlayan önemli bir yol güzergahında bulunduğundan, bölgeye ilk yerleşmeler Hititler döneminde görülmektedir.

Osmanlı'nın "Sultaniye" adını verdiği Karapınar'a 1500 yılında Celali ve Levent (Çiftbozan) isyanları gelmiştir. Eşkiyadan rahatsız olan halk, evlerini terkederek Karacadağ eteklerine çekilmiştir. Sıkıntılı günler 14 yıl devam etmiş, Çaldıran Seferine, giden Yavuz Sultan Selim'e şikayetlerini bildiren Karapınarlılar padişahtan yardım istemişlerdir.

Padişah, bölgede huzur ve güvenin sağlanması için bir "Derbentçi Köyünün" kurulmasını istemiştir. İşte bu önemli, fakat geçilmesi zor ve zahmetli yerde kurulan Karapınar'ın imarı 2. Selim'in valiliği döneminde gerçekleştirilmiştir. Mimar Halepli Cemaleddin bu dönemde cami, kervansaray, han, hamam, 39 dükkanlı bedesten, 2 yel değirmeni ve 5 çeşme inşa etmiştir.

Karapınar, 1868 yılında ilçe olurken 1882'de ise Belediye teşkilatı kurulmuştur. Sultanın ismi 1934 yılında Karapınar olarak değiştirilmiştir.

İlçemiz Karapınar, killi, kumlu geniş topraklarla kaplıdır. Güneydoğuda Volkanik bir dağ olan Karacadağ ve güneybatıda geniş bozkırlar, krater gölleri obruklar görülmektedir. İlçemizde ilginç görünümler taşıyan Acıgöl, Meke Gölü, Meyil, Cıralı ve Obruk gibi Krakter gölleri bulunmaktadır.

İlçemiz Karapınar tarihi ve turistik eserlerin en fazla olduğu yerlerden birisidir. Bunlar Sultan Selim (Sarı Selim) Külliyesi, Yağmapınar Camii, Reşadiye Camiidir.

Karapınar'daki yeraltı şehirleri ve mağaralar şunlardır. Bacanak Ovası mağarası, Kumsivri Tepesinde Arap hamamı, Meke inleri, Meke tuzlası mağarası, Apak Mağaraları, Yazomca mağaraları, Çıralıgölünde yeraltı şehirleri, Bağdaylı köyü Mağaraları, Kayalı kasabası toprakların mağaralar ve yeraltı şehirleri, Akören köyü Mağaraları ve yeraltı şehirleri.

Karapınar ilçemizde Valide Sultan Hamamı, Çarşı Çeşmesi, Selimiye Şadırvanı, Koca Çeşme (Taşçeşme), Ağaç Çeşmesi (Çetmi Çeşmesi) Apak çeşmesi, Hacı İsa Çeşmesi ve Hankapı Çeşmesi mevcuttur.

İlçemizde Ali Tepesi Hüyüğü, Yağmapınar, Göynük, Tilkili, Yassıca (Çukurca ve Kızık). İnatçı, Toprak tepe Gözlük Tepesi, Tepesi delik, Küllütepe, Maltepe, Bağırsı, Kiremitlik, Kahvelti tepesi, Kuzu tömeği, Sırnık, Küçük Sırçan (Kellenin) Büyük Sırçan Gögezli Tepesi, Çukur Deper Samık Kalesi, Afşar, Çingen, İldanlı, Rakka, Çimli tepe, Yassı hüyük, Ekinlik veya Ortaoba, Eşek Tepesi, Gedeman, Kül, Kayacık Hüyükleri ve İlbizlik Tepesi vardır.
Ayrıca Karapınar ilçemizde, Meyil,Çıralı, Acıgöl ve dünyaca ünlü bir doğa harikası olan Meke Tuzlası gölleri mevcuttur.

Meke Gölü:

Meke Gölü, Karapınar yakınlarında yoldan 1 km içerde bulunuyor. Göl girişinde metruk bir ev var. Önünden ayrılan rampa, sizi göl kıyısına getiriyor. Evin doğu ve batısından devam eden kömür tozuna benzer yol, bir yandan sizi krater ağzında olduğunuza inandırırken, gölün manzarasının en güzel seyredildiği arka yüzeyine götürüp, çevresini dolaşmanıza da imkan veriyor.
Kırık kömürü andıran tozsuz yolun dışı, "off-road" zevkini tatmin edecek engebeli bir arazide bodur otlar arasında yol alma olanağı da sunuyor. 4 km'ye yakın çevresi olan Meke Tuzlası krater gölünün içinde oluşan volkan bacası örneği adacıklar, doğa tutkunlarına ayrı bir görsel lezzet sunuyor.
Meke Gölü'nden Karapınar'a girişte yolun sonunda ve biraz içerde bulunan tepeler yoldan dikkat çekmese de, "Ketirlik" adıyla anılıyor ve ilginç bir kaya kütlesi barındırıyor. Doğanın bir hayli bonkör davrandığı bölgedeki doğal kır çiçekleri, yosun yüzlü kayalar makro fotoğraf çekimlerine meraklı olanların ilgisini çekecektir.

Konya Taşkent

Taşkent ve tarihi hakkında genel bilgiler

TAŞKENT

Yüzölçümü : 468 km2
Nüfusu : 53.635
İlçe Merkezi : 12.891
Köyler : 40.744
Rakım : 1460 m.

Taşkent, Orta Toroslar Taşeli Platosunda, Göksu vadisi kanyonları üzerinde yer alan küçük, ama şirin bir ilçemizdir. Tarihi kayıtlarda "Komesettin İli" olarak anılan Ermenek civarının 1227-1228 yıllarında Karamanoğulları'nın yerleşimine açılması ile yöredeki Türkmenler daha rahat hareket eder duruma gelişmişlerdir. Toros dağlarında kalan Ermenilerin Kilikyada (Çukurova) toplamaya başlamaları ile doğan boşluk Türkmen boylarından özellikle Avşar, Çetmi, Köseliler vb. boylarının yöreye iskanı ile doldurulmaya başlamıştır.

Ekseriyeti Avşarlardan oluşan Türkmenlerin Taşkent'e yerleşim tarihleri takriben 1225-I250 yılları arasındadır. Taşkent yanında şu an çevre kasabalar olan Avşar, Çetmi, Balcılar ve Bolay'ın da yerleşimi göçebe olarak buralara gelen Türk boylarının zamanla yerleşik hayata geçmeleri ile olduğu düşünülmektedir. İlçe merkezi yörede en eski yerleşim yeri olup, tarihi yapılarda da bu doğrulanmaktadır. 1570 tarihli tapu tahrir defterlerinden anlaşıldığı üzere Pirlerkondu (Taşkent'e) da 400 vergi mükellefinin bulunduğu kaydı mevcuttur. Taşkent, Alanya ile Karaman arasındaki kervan yolu güzargahında yer alan müstahkem bir mevkiye sahiptir. Bu özelliğinden dolayı eski tarihlerde ticaret ve zanaatkarlık oldukça gelişmiştir.

Taşkent ilçe merkezinin yörenin en eski yerleşim yeri olduğu tarihi belgelerle de doğrulamaktadır. Tarihte "Pirlerkondu" adıyla tanınan merkezi 1930 yılında Vali İzzet Bey tarafından "Taşkent" adı ile anılan nahiye 4 Temmuz 1987 tarih ve 19507 Sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 3392 sayılı Kanun gereğince ilçe olup, 11 Ağustos 1988 tarihinde fiilen faaliyete geçmiştir.

Taşkent; Konya İlinin 135 km. güneyinde Akdeniz sahiline yaklaşık 100 km. uzakta olup, Akdeniz bölgesinde yer alır. Ancak bulunduğu yer Orta Torosların, Taşeli mevkiinin oldukca yüksek bir bölge olması nedeniyle bozulmuş Akdeniz iklimi ile karasal iklimin özelliklerini bir arada görmek mümkündür. Taşkent'te kışlar soğuk ve karlı yazlar ılık ve kurak geçer.

Taşkent’in 4 kasaba, 5 köy ve ilçe merkezi ile birlikte toplam 10 yerleşim birimi bulunmaktadır. Kasabalarımız Avşar, Balcılar, Bolay ve Çetmi olup, köylerimiz ise; Büyükılıcapınar, Küçükılıcapınar, Kecimen, Kongul ve Sazaktır.

Konya Kadıhanı

Kadınhanı ve tarihi hakkında genel bilgiler

KADINHANI

Yüzölçümü : 1127 km2
Nüfusu : 41.892
İlçe Merkezi : 14.803
Köyler : 27.089
Rakım : 1030 m.

Kadınhanı ilçemiz klasik dönemde Pira adıyla anılmış ve uzun süre Doğu Roma İmparatorluğu tarafından yurt edinilmiştir. Asıl ününü Selçuklular devrinde kazanan ilçemiz, Selçuklu sarayına mensup olduğu sanılan, Mahmut kızı Raziye Hatun'un 1223 yılında yaptırmış olduğu kışlık han etrafında 1256 yılından itibaren oluşmaya başlamıştır.

Hanın inşasında Romalılar'a ait resimli mezar taşları kullanılmış ancak bu taşların nereden toplanıp getirildiği anlaşılmamaktadır. Kadınhanı adını bu handan almıştır. Bilahare bu bölge Selçuklu Beyleri'nden Sait adındaki bir paşaya arpalık olarak verildiği ve bundan sonra bu kasabasının "Saiteli" adıyla anıldığı bilinmektedir.

Kadınhanı, Karamanoğulları zamanında vilayet merkezi olarak idare edilmiş, Karaman-Osmanlı mücadelesine kuvvetleri ile katılmıştır. Kadınhanı muhtelif tarihlerde Osmanlıların eline geçmiş, tekrar Selçuklu hakimiyetine girmiş, son olarak 1467 yılında Konya ile birlikte Karamanoğullarından alınarak Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katılmıştır.

Kadınhanı ilçemizde, Beykavağı Köyündeki tarihi kale kalıntısı ve Demiroluk köyünde yer altından çıkarılan Romalılar'a ait tarihi kalıntılarından başka tarihi eser bulunmamaktadır. 1880 yılında Belediye Teşkilatı kurulmuş, Sait Paşanın arpalığı olması nedeniyle 1919 yılında "Saiteli" adı ile ilçe yapılmıştır. 1935 yılında ise İsmi Raziye Hatun'un yaptırmış olduğu taş handan dolayı "Kadınhanı" olarak değiştirilmiştir.

Kadınhanı ilçesi, Konya'nın batısında Konya-Afyon karayolu üzerindedir. İlçenin doğusunda Sarayönü ilçesi, güneyinde Selçuklu ve Derbent, batısında Ilgın ve Yunak ilçeleri kuzeyde Yunak ilçesi bulunmaktadır. İlçenin güneyi dağlık (Sultandağları), kuzeyi ovalıktır.

Kadınhanı sınırları içerisinde ve 5 göz adında Sarayönü ilçesi topraklarında çıkan ve ilçemiz Kökez köyünün tarımsal amaçla kullanıldığı, derecik şeklinde 2 yer üstü suyu bulunmaktadır. Ayrıca Ilgın ilçesi Çavuşcu gölünden, kanallarla gelen sulama suyuyla Atlantı Kasabasında yaklaşık 96000 dekar alanı sulamaktadır.

Konya sarayönü

Sarayönü ve tarihi hakkında genel bilgiler

SARAYÖNÜ

Yüzölçümü : 1088 km2
Nüfusu : 39.110
İlçe Merkezi : 12.221
Köyler : 26.889
Rakım : 1055 m.

Sarayönü ilçesi yerleşim alanında 4000 yıl kadar önce Hititler'in yaşadıkları bilinmektedir. Daha sonraları Frigyalıların ve Bizanslıların eline geçti. Selçuklular ve Osmanlılar zamanında tamamen "Türk Yurdu" oldu. Kuruluş hakkındaki tarihi bilgilere göre Sarayönü'nün güney batısında bulunan Saiteli ile güneyindeki Ladik Dağlarının eteğinde kurulmuş olan Bozok (Öziçi) ili adı ile bilinen iki kasaba halkının; oturdukları yerler Haçlı ordusunun geçiş yolu üzerinde olmasından bu ordunun yağmasından kurtulmak istediler. Bu sebeple inlerin bulunduğu, bugünkü Yukarı Mahalle denilen yere göç ettiler. İşte bu yüzden kasabalarından göç edip inlere yerleşenler Sarayönü'nün kuruluşunda öncü olmuşlardır.

Tolabası adı ile anılan bu inlerin o zamanlar hem sığınak hem de mesken olarak kullanıldığı tahmin edilmektedir.Sarayönü ilçesinin ismi bu inlere bağlanır. Büyüklüğü, konforu ve kullanışlı olması bakımından saraya benzetilen bu inlerden dolayı buraya SARAYİNİ denmiştir. Bu isim zamanla "Sarayönü" biçiminde kullanılır olmuştur.

Sarayönü, kuzeyinde Cihanbeyli, batı'dan Kadınhanı, doğudan Konya ili, güneyden Ladik Dağları ile sınırlıdır. Bölgemizde yüzey şekilleri bakımından bir sadelik göze çarpar. İlçemiz toprakları Cihanbeyli platosunun güney uzantısındaki düzlükler üzerinde bulunmaktadır. Sarayönü güneyden Batı Torosların bir uzantısı olan Sultan Dağları ve Ladik Dağları ile çevrilmiştir.

Sarayönü ilçesinin ekonomisi tamamen tarım ve tarımsal ticari faaliyetlere bağlıdır. Buğday, arpa, şekerpancarı, mercimek, nohut, kimyon temel ürünleri ile bunun yanında hayvancılık yapılmaktadır. Hayvan ürünleri de diğer gelir kaynaklarındandır. 2 Adet Devlet Üretme Çiftliği de yörenin ekonomisine ek gelir kaynağı sağlamaktadır.İlçede faal olarak 2 adet un fabrikası 1 adet te yem fabrikası bulunmaktadır.

Bunların yanında ilçede halıcılık az da olsa geçim kaynağı olarak göze çarpmaktadır. Ladik tipi halıcılık başta Ladik Kasabası olmak üzere Sarayönü merkez ve diğer köylerde el tezgahları vasıtasıyla halkın önemli gelir kaynağını oluşturmaktadır Ayrıca ilçemizde kültür balıkçılığı da (Alabalık) yapılmaktadır.

770 Km.2 lik bir alan üzerine kurulan Sarayönü’nün son nüfus sayımına göre nüfusu ilçe merkezi 10418, kasaba ve köylerde dahil olmak üzere toplam nüfusun 36701 olduğu bilinmektedir. İlçemize bağlı 6 kasaba ile 13 köy mevcuttur.

Konya Güneysınır

Güneysınır ve tarihi hakkında genel bilgiler


GÜNEYSINIR

Yüz ölçümü : 395 km2
Nüfusu : 29.365
İlçe Merkezi : 11.806
Köyler : 17.559
Rakım : 1100 m.

İlçemiz Güneysınır bölgesinde bulunan höyükte ve çevresindeki bazı köylerimizde topraktan yapılmış çanak, çömlek ve madenden yapılmış eserler bulunması, Güneysınır ve çevresinin tarih öncesi devirlerden bu yana iskan yeri olarak kullanıldığının delili olmaktadır.

Güneysınır daha önce Bozkır'a bağlı iken 1955 yılında Çumra'ya ait Karasınır ve Güneybağ (Elmasun) kasabaları haline getirilmiştir.Bu iki kasaba 9 Mayıs 1990 tarihinde birleştirilerek Güneysınır İlçesi'ni oluşturmuşlar, Güneybağ ve Karasınır ise ilçenin iki güzel mahallesini oluşturmuştur.

Konya'nın güneyinde ve Konya'ya 70 km.uzaklıkta yer alan Güneysınır ilçesinin yüzölçümü 38.000 hektardır. İlçemizin büyük bir bölümü dağlıktır. Bu dağlarda bulunan türlü türlü üzüm bağları günümüzde oldukça azalmıştır.

Güneysınır’da karasal iklim hüküm sürmekle beraber, az da olsa Akdeniz ikliminin ılımanlaştırıcı tesirlerinden de söz etmek mümkündür. Kış aylarında kar olarak düşen yağışlar, ilkbahar ve sonbaharda yağmur şeklindedir. Doğal bitki örtüsünün bozkır olduğu bölgemizde, yükseklere çıkıldıkça ardıç, meşe ve çamdan oluşan ormanlık alanlara rastlanır. Ormanlık alanlar yaklaşık 13.000 hektar kadardır.

Toros dağlarının arasında akan Göksu deresi, Güneysınır ile Hadim İlçesi arasındaki sınırı oluşturmakta, Kızılöz ve Aydoğmuş göletleri ise başlıca su kütlelerini oluşturmaktadır.

Güneysınır'ın Doğal ve Tarihi Güzellikleri

Güneysınır doğal güzelliği, yaylaları ve mağara gibi doğal oluşumları ile zengin bir yer olmasına rağmen tanıtım yapılamaması nedeniyle turizm açısından hakettiği yeri alamamıştır.

Güneysınır'ın yüksek kesimlerinde bulunan yaylaların temiz havası, suyu, doğal yapısı ve çam, ardıç, meşe gibi ağaçlarla kaplı olması nedeniyle bir çok kişi tarafından dinlenmek için tercih nedeni olmaktadır. Bu yaylaların en önemlileri Akkışla Yaylası ve Kent Yaylasıdır.

İlçemizde birçok mağarada bulunmakta olup bunların en önemlisi Güneybağda bulunan Güvercinlik Mağarasıdır. Mağara Araştırmacıları tarafından yapılan araştırma sonucundaki raporlara göre;

Güvercinlik Mağarası giriş ağzı 1090 metre rakımda bulunmaktadır. Mağara, birincisi fosil özellikler gösteren ve sırasıyla 40,25, 20 ve 30 metrelik inişler gösteren dikey kısım ve salon kısmından oluşmaktadır. -130 metrelik inişten sonra geniş salonun başlangıç kısmına ulaşılmaktadır. Tavan yüksekliği 30 metre olan salon oluşum açısından oldukça zengindir. Mağarada perde oluşumlar, bayrak sarkıtlar, duvar sarkıtları, mağara sütleri gibi hemen hemen her cinsi oluşuma rastlamak mümkündür. Mağaranın uzunluğu 364 metredir. Mağarada bulunan dev salon bu güne kadar ülkemizde dikey mağaralarda rastlanılan en geniş salondur.

İlçede tarih öncesi devirlerden kaldığı düşünülen iki adet höyük bulunmakta olup bunların tarihi ile ilgili henüz tam bir çalışma yapılamamıştır. Bu höyükler halk arasında "Güdelesin Höyüğü" ve "Gavur Höyüğü" olarak adlandırılmaktadır.

Güneysınır Alanözü Kasabasında 2020 yaşında anıt ağaç bulunmaktadır. İlçe Merkezimize 5 km. uzaklıktaki Gürağaç köyünde Ak Türbe bulunmaktadır.

Göksu Şelaleleri ilçemiz hudutlarında olup Şelalere giden yol ilçemizden geçmektedir. Göksu şelaleri bir doğa harikası olup görülmeye değer yerlerdendir.

Konya Cihanbeyli

Cihanbeyli ve tarihi hakkında genel bilgiler


CİHANBEYLİ

Yüzölçümü : 4.109 km2
Nüfusu : 89.105
İlçe merkezi : 22.127
Köyler : 66.978
Rakım : 980 m.

İlçemiz Cihanbeyli'nin tarihi geçmişi Konya tarihi ile paraleldir. Konya'yı Cihanbeyli'den ayıran doğal sınırlar yoktur. Cihanbeyli tarihi gelişimi, coğrafi ve sosyal yaşantısı yönünden Konya ünitesinin bir parçasıdır.

Cihanbeyli'nin ilk adı Esbikeşan'dır. Daha sonraları "İnevi" adını almış ve uzun yıllar İnevi adını taşımıştır. Esbikeşan İlçesi ilçelikten bucaklığa, bucaklıktan ilçeliğe çok kez yer değiştirmiştir.

Böğrüdelik Köyüne Cambegli Aşireti yerleşir. Böğrüdelik 1928 yılında ilçe merkezi olur. Cihanbeyli de "Mürseli Efendi" Nahiyesi adını alarak bu ilçeye bağlanır. 1929 yılında Böğrüdelik'ten ilçelik kaldırılır, Mürseli Efendi Bucağı ilçe olur. Böğrüdelik'te bulunan Cambeyli Aşiretinin adına uygun olarak Mürseli Efendi adı Cihanbeyli'ye dönüştürülür.

Cihanbeyli, İç Anadolu Bölgesinin orta kısımlarına düşer. Bağlı olduğu Konya İlinin 100 km. kuzeyinde, Tuz Gölünün batısındadır. Konya-Ankara yolu ilçemize canlılık katmaktadır.

Cihanbeyli kuzeye doğru uzanan Konya Ovasının devamı gibidir. İlçenin bulunduğu kesimler geniş yayla özelliği gösterir. Ova-yayla özellikleri Ankara'ya doğru Kulu İlçesi komşusunu da alarak sürer.

Ovaların deniz yüzeyinden yüksekliği genellikle 950 ile 1000 metre arasındadır. Yayla kısımlarının deniz seviyesinden yükseklikleri 1000 metreyi aşar.

Önemli tepesi, güneyde bulunan Bozdağ'dır. Yüksekliği 1150 m'yi bulur. Cihanbeyli'nin doğusunda Tuz gölü ve Aksaray İli, batısında Sarayönü ve Yunak İlçeleri, güneyinde Altınekin İlçesi, kuzeyinde Kulu İlçesi ile Haymana İlçeleri vardır.

Cihanbeyli yöresinin tek akarsuyu İnsuyu Çayıdır. Tersishan (Tersakan), Süt Gölü, Acı Göl ve Adil Göl, başlıca gölleridir.

Her türlü otomobil sporlarının yapılabileceği ve akşam güneşinin ayrı bir güzellik sergilediği Tuz Gölü ve peri bacaları oluşumları ile ilgi çekicidir.

Not : Sizde kendi çektiğiniz, Konya Cihanbeyli resimlerini veya Cihanbeyli köylerinin resimlerini burada yayınlanmak üzere bize gönderebilirsiniz. Sitemiz, güzel Konya'mızın resimlerini isminizle birlikte yayınlayacaktır.

Konya kulu

Kulu ve tarihi hakkında genel bilgiler


KULU

Yüzölçümü : 1521 km2
Nüfusu : 86.817
İlçe Merkezi : 33.336
Köyler : 53.481
Rakım : 989 m.

İlçemiz Kulu, klasik devirlerde (drya) harabeleri üzerinde kurulmuştur. İlçenin 300 yıllık bir geçmişi vardır. 1780 yılılnda Kulupoğlu Mustafa isminde birisi Afyon dolaylarından gelerek Kulu'nun şimdiki bulunduğu yere yerleşmişlerdir. Aşiret beyinin isminin Kulupoğlu Mustafa (Kulu Beyi) olması sebebiyle ilçenin ismi kesinlik kazanmıştır. Kulu, 1926 yılında bucak, 1954 yılında ilçe olmuştur.

Kulu İlçesi, doğusunda: Şerefli Koçhisar, Batısında: Cihanbeyli-Haymana, Kuzeyinde: Ankara ve Haymana, Güneyinde ise Cihanbeyli ve Tuzgölü ile çevrilidir. Kulu, Ankara-Konya asfaltı üzerinde olup, E-5 karayolu ilçe sınırları içerisinden geçmektedir.

Önemli Dağları, Ovaları; İç Anadolu Bölgesinin ortasında yer alan Kulu, İç Anadolu'nun karakteristik tabii yapısını taşımaktadır. Oldukça geniş ve düz arazi yapısı vardır. Çok az engebeye sahiptir. Batısında Karacadağ mevcuttur. Bu dağın yüksekliği 1739 metredir.

Kulu ilçesinin içinden geçen güçlü bir akarsuyu yoktur. Fakat bunun yanında kapalı havza durumunda kışın yağışlarla güçlenen, yazın da kuruyan çaylar vardır. Merkezin ortasından geçen derenin suyu yazın azalmakta, İlçenin 3 km. doğusundaki Küçük göle akmaktadır. İlçe merkezine bağlı bazı pınar ve çeşme suları bulunmaktadır. Bu suları halk, kendi yazlık bağ, bahçe ve hayvan sulama işlerinde kullanarak değerlendirmektedir.

Kulu ilçemiz Bozkır bitki örtüsüne sahiptir.İlçe arazisinin büyük bir bölümü engebesiz olduğu için ziraata elverişli bulunmaktadır.Araziye halk son yıllarda da pancar, kimyon, mercimek, anason ve çöro otu ekmektedir. Ekim genellikle nöbet usulü yapılmakla beraber artezyen kuyularının gittikçe çoğalması üzerine çift mahsül alma usulü de geliştirilmektedir.Çift mahsul almada genellikle arpa ve buğday başta olmak üzere bunlara pancar, kimyon mercimek, anason ilave olmaktadır.

Kulu' nun doğusunda bulunan ve 180 kuş çeşidinin mevcut olduğu "Düden Gölü" ilçeye canlılık kazandırmaktadır. Ayrıca gölün bulunduğu alan avcılık açısından Türkiye'nin sayılı yerlerindendir. İlçenin çeşitli yerlerinde hüyükler mevcut olup Karacadağ Kasabası'nda tarihi mağaralar bulunmaktadır.

KULU (DÜDEN) GÖLÜ
Kulu ilçe merkezinin 5 km doğusunda bulunur. Göl geniş alüvyonlu bir girinti ile ikiye ayrılır. Yer altı kaynakları ile beslenen güneydeki Küçük gölün suyu tatlıdır. Küçük Gölün kuzeyde bulunan Düden Gölü, batısındaki Kulu (Değirmenözü) deresi ile beslenmektedir. Suyu ise hafif tuzludur. Bu durum önemli bir habitat çeşitliliğinin görülmesini sağlar. Hem flamingo, kılıçgaga gibi tuzlu su kuşlarını, hem de tatlı su kuşlarını alanda görmek mümkündür. Gölden su çıkışı yoktur. Gölün çevresinde doğal bitki örtüsü azdır. Göldeki adaların çoğu ilkbahar aylarında otlarla kaplıdır. Göl, tarım yapılan tarlalar ve bozkırlarla çevrilidir. Kuzey kıyıları boyunca yer yer büyükbaş hayvan otlatılan ıslak çayırlar vardır.

Son birkaç yıl içinde kuş gözlemciler tarafından yapılan sayımlar sonucunda gölde en az 172 kuş türü bulunduğu saptanmıştır. Alanda 54 kuş türü de üremektedir. Nesli dünya çapında tehlike altında olan dikkuyruklar gölde üremektedir. Küçük gölde bulunan sazlıklarda çok sayıda ötücü kuş gözlemlemek mümkündür. Gölün etrafındaki bozkır alanlarda ise bağırtlak gibi step türleri görülebilir. Göl, göç döneminde pek çok kuş türü için önemli bir barınaktır.

Konya ılgın

Ilgın ve tarihi hakkında genel bilgiler

ILGIN

Yüzölçümü : 1394 km2
Nüfusu : 78.075
İlçe Merkezi : 26.586
Köyler : 51.489
Rakım : 1092 m.

İlçemiz Ilgın; günümüzden 3500 yıl önce MÖ.1500-1200 yılları arasında şimdiki iskan yerinin 25 km kuzey doğusunda Hititler tarafından "Yalburt" adıyla büyük bir şehir devleti olarak kurulmuştur.

Klasik devirlerde Triatum olarak adlandırılan Ilgın Kral yolu üzerinde bulunması sebebiyle önemli bir şehir olarak dikkati çeker. Ege kıyısında Lidya'nın başkenti Sard'dan başlayarak Mezopotomya'ya kadar ulaşan Kral yolu üzerinde bulunan Ilgın ve çevresi, sırasıyla Hitit, Firig, Lidya, Roma ve Bizans'a bağlanmış daha sonra 1077 yılında Anadolu Selçuklu Devletinin Kurucusu olan Kutalmışoğlu Süleymanşah tarafından fethedilerek, Büyük Selçuklu Devleti'ne katılmıştır.

Ilgın, Anadolu Selçukluları zamanında başşehir Konya'nın değerli bir "su şehri" idi. Haçlı seferleri sırasında bir çok kere yağma edilen Ilgın, Selçuklular zamanında bilhassa Alaaddin Keykubat ve Gıyasettin Keyhusrev zamanında imar görmüştür. Alaaddin Keykubat ve Vezir Sahip Ata tarafından büyük bir kaplıca binası (hamam) inşaa edilmiştir. Bundan dolayı "Kaplıca Şehri" olarak tanınmıştır.

Alaaddin Keykubat Erzincan’ı teslim eden ve kendisine yardımlarda bulunan Mengücek oğlu Davut Şah'a 1227 yılında Akşehir ile birlikte tımar olarak verilen Ilgın daha sonra Selçuklu Veziri Sahip Ata Fahrettin ve oğullarının eline geçmiştir.

Ilgın, Osmanlılar'a satılmasından sonra Osmanlı Karamanlı mücadeleleri sonrasında Karamanoğulları'nın eline geçmiş 15. Yüzyılın başlarında Turgutoğulları'nın idaresine verilmiştir. Karamanlı-Osmanlı mücadelesi sırasında Ilgın da sık sık el değiştirmiştir. 1467'de Fatih Sultan Mehmet tarafından kesin olarak Osmanlı Devletine katılmış ve Akşehir Sancağına bağlanmıştır.
Fatih Devrinde Karaman eyalati vakıf ve emlak yazımı yapılmıştır. Yazımın sonunda Karaman eyaleti 11. Vilayet ve iki nahiyeye ayrılmış olup, Ilgın'da Vilayetler arasında yer almıştır. İkinci Beyazıt zamanında Karaman Eyaleti'nin ikinci bir yazımı daha yapılmış olup, bu yazımın sonunda Ilgın kaza olarak gösterilmiştir.

Lala Mustafa Paşa Kıbrıs Seferine giderken Ilgın'dan geçmiş ve halk arasında Kurşunlu Camii olarak bilinen Camii ve Kervansaray yaptırmıştır. Dördüncü Murat 1638'de Bağdat seferine giderken Akşehir yoluyla Ilgın'a gelmiş kaplıcanın karşısındaki geniş ova da otağını kurmuş ve bir de Saray yaptırmıştır. Fakat bugün bu sarayın kalıntıları yok olmuştur.

Ilgın Kaplıcası : Ilgın kaplıcaları çok eski zamandan beri tanınmıştır. Romalılar ve daha sonra da Bizanslılar zamanında kaynaklar üzerinde hamamlar yapılmış olduğu gibi Selçuklular zamanında baş şehir Konya'nın değerli bir su şifa kaynağı olmuştur. Selçuklu Sultanları'ndan Alaaddin Keykubat harap olan Bizans hamamları yerine 1236 yılında ilk Türk hamamını Ilgın'da yaptırmıştır.

Sonradan bu hamam Selçuklu Sultanları'ndan 2. Kıyaseddin Keyhüsrev zamanında çok hayırlı hizmetlerde bulunan Selçuklu vezirleri Sahipataoğullarından Hüseyinoğlu Ali tarafından tamir edilmiştir. Daha sonra 1267 yılında Selçuklu veziri Sahipata Fahrettin Ali tarafından yeniden inşa edilmiştir. Mimarı Taluya (Kelu)' dur. Böylece Ilgın kaplıcaları'nın şimdiki ayakta duran eski eserler bölümü tamamlanmıştır. Ilgın Kaplıcaları Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular ve Osmanlılar zamanında Türk halkının Sultanlarının mürşidlerinin şifa bulduğu yerdir.

Gönüller Sultanı Hz. Mevlana'nın kaplıcalarda banyo aldığı, Mesnevisi'nin büyük bir kısmını burada yazdığı söylenir. Meşhur Seyyahımız Evliya Çelebi de çok etkilendiği kaplıcalardan seyahatnamesinde bahsetmeden geçememiştir.

Kaplıcalar bir hamam değil şifa gücüne sahip yeraltı su kaynağıdır. Esas faktörlerin başında ihtiva ettikleri madenler, minareler, izmareler, anyon ve katyonlar ile bilhassa radyo aktivite denilen ışın gücüdür. Bu nedenledir ki Ilgın Kaplıcalarının bir çok hastalığı (İç-dış) tedavi ettiği bilinen bir gerçektir.

Renksiz ve kokusuz tabii lezzetinde kapılaca suyu 42 derece olup felç, siyatik, trahom, göz ağrıları, cild hastalıkları, sinir ve yorgunluklar, kadın hastalıkları, romatizma, içilmek suretiyle böbrek taşlarının düşürülmesi vb. çok faydalıdır. Ilgın kapılıcaları Ilgın Belediye Başkanlığınca işletilmekte olup, 526 yatak kapasitelidir.

Ilgın, tarihî eserler açısından oldukça zengin ilçelerimizdendir. Bu eserlerden; Saadettin İsa Kümbeti (1826), Dediği Mahmut Sultan Mescidi ve 1. Kılınç Arslan Camii, Selçuklu döneminde inşa edilmişlerdir. Karamanoğulları beyliği devrinde Pir Hüseyin Bey Camii (Ulu Camii) yapılırken, Osmanlı Devrine ait eserler ise şunlardır:
Lala Mustafa Paşa Camii (Kurşunlu Camii), Kervansaray, Handev-i Kandevi Türbesi.

Konya Akşehir

Akşehir ve tarihi hakkında genel bilgiler


AKŞEHİR

Yüzölçümü : 853 km2
Nüfusu : 123.209
İlçe Merkezi : 63.050
Köyler : 60.159
Rakım : 995 m.

Akşehir ilçemizin yerleşim birimi olarak kuruluş tarihi kesin olarak belli değildir. Anadolu tarihine yakın bir tarihi vardır. Bölgede Hitit (M.Ö.1800-1200) Frigya, Lidya, Roma ve Bizanslılar yerleşmiş 1447 yılında ise Osmanlı'ların eline geçmiştir. Kesin belli olmamakla 1868 yılında ilçe 1854 yılında belediye olarak teşkilatlanmıştır.

Akşehir, batısında bulunan Sultan Dağları eteklerinde düz bir ova üzerinde kurulmuştur. Kuzeyinde Tuzlukçu, doğusunda Ilgın İlçeleri, güneyinde Isparta ile çevrilidir. İlçenin kuzeyinde Akşehir Gölü vardır. Genel olarak karasal iklim hüküm sürmekle beraber, Batı Anadolu ikliminin izleri de vardır.

Akşehir, Nasreddin Hoca ile adını Dünya’ya duyurmuştur.1208-1284 yıllarında Akşehir’de yaşan ünlü düşünür ve mizah ustası Nasreddin Hoca anısını yaşatmak için uluslararası ve ulusal düzeyde kutlamalar ve festivaller düzenlenmektedir. İlçemizde Nasreddin Hoca Türbesi, Taş Medrese, Selçuklu dönemi eserleri mevcuttur.

Akşehir in Milli Kurtuluş Savasında önemli yeri vardır. 18 Kasım 1921 de Garp Cephesi Karargahı Akşehir'e nakledilmiş 9.5 aylık hazırlık çalışması ilçemizde yapılmıştır. Hazırlık çalışmalarının yapıldığı ve Atatürk'ün bizzat çalıştığı bina halen Atatürk Müzesi olarak kullanılmaktadır.

26 Ağustos 1922 tarihinde başlayan Büyük Taarruz, 30 Ağustos günü Zafer’le sonuçlanmıştır. Bugünkü müzemiz 1905-1906 yıllarında yapılan belediye binası 22 Kasım 1921- 24 Ağustos 1922 tarihleri arasında Batı Cephesi karargahı olarak kullanılmış, 1975 yılında yapılan onarımlı alt katı da sergilenmeye açılmıştır. Böylece etnografik eserler (Atatürk’ün kullandığı eşyalar), 1, katta; sergilenirken, üst kat ise Batı Cephesi karargahı (Atatürk, İsmet Paşa, Asım Gündüz ve yaverlerinin çalışma odaları olarak düzenlenmiştir.)

Kurtuluş Savaşı hazırlık çalışmalarının yapıldığı ve Atatürk'ün bizzat çalıştığı bina halen Akşehir'de Müze halindedir.

Türk ulusunun geleneksel hazır cevaplılığını güldürüleriyle yansıtan Nasreddin Hoca Türbesi'nin bulunduğu, ilçede Seyyid Mahmud Hayrani Türbesi, Garp Cephesi Müzesi, Taş Camii, Hıdırlık mesire yeri, Kilise, Akşehir gölü turistik yerlerindendir. Her yıl 5-10 Temmuz tarihleri arasında Uluslararası Nasreddin Hoca Şenlikleri yapılmaktadır.

Not : Sizde kendi çektiğiniz, Konya Akşehir resimlerini, Akşehir köylerinin resimlerini veya Nasreddin Hoca şenlikleriyle ilgili resimleri burada yayınlanmak üzere bize gönderebilirsiniz. Sitemiz, güzel Konya'mızın resimlerini isminizle birlikte yayınlayacaktır

Konya Bozkır

Bozkır ve tarihi hakkında genel bilgiler


BOZKIR

Yüzölçümü : 1489 km2
Nüfusu : 59.334
İlçe merkezi : 12.352
Köyler : 46.982
Rakım : 1.125 m.

Konya’nın, farklı coğrafi özellikleriyle dikkat çeken Bozkır ilçemiz, eski çağda İsaura Bölgesi içindeydi. Bölgenin adını taşıyan şehir şimdiki Bozkır İlçesidir. Daha sonra İlçenin kuzey doğusuna yapılan büyük kaleye İsaura Nova (Yeni İsaura) denilince, ilçeye Lentopolis ve sonra Tris-Maden adları verilmiştir. Son zamanlara kadar halk, kasabaya Siristat diyordu. Kelimenin gerçek söylenişi bilinmemekle beraber, ilçe çevresindeki kurşun madenlerini işletmekte olan ustalara baş usta anlamına gelen "Ser-Üstat" denildiği için, bu kelimeden geldiği sanılmaktadır.

Selçuklular zamanında bölgenin hakimi bulunan ve Bozkır İlçesini fetheden Bozkır Bey'den İlçenin Bozkır ismini aldığı bilinmektedir. Bozkır Bey'in hayatı hakkında elimizde hiçbir bilgi yoktur. Yalnız halk arasında "Yazı Kolu" denilen ilçe ve etrafındaki köylerle Suğla Gölü arasındaki az engebeli bölgede bulunan ve kendisine ait Türk Boylarıyla burada oturduğu ve adını verdiği anlaşılmaktadır. Osmanlı vergi defterinde, Bozkır adıyla anılan bölgenin yukarıda belirtilen yerin batı tarafı, kuzey ve güney havalelerinin bir kısmı kast olunmuştur.

Bozkır ilçemizin, Çumra, Karaman ve Hadim'e komşu olan bölgesinde ise 15 ve 18 . y.y.da Belviran adlı bir ilçe bulunmaktaydı. Halk şimdi bu bölgeye "Dağ kolu" adına vermiştir.

İlçemiz Bozkır, kuzeyden Çumra ve Akören, güneyden Hadim ve Antalya, doğudan Güneysınır, batıdan Antalya ve Ahırlı ile çevrilmiştir.Ulaşım açısından Konya’nın Akdeniz sahillerine açılan en önemli kapısı Bozkır güzergahından geçmektedir.

Torosların yüksek dağı Yıldız Dağı eteklerindeki 200-300 dekarlık krater gölüne halk arasında "Dipsiz Göl" denilmektedir.Ancak bu göl hakkındaki efsaneler,Selçuk Üniversitesi tarafından kurulan ekiple,sonar cihazlarıyla birlikte yapılan araştırmalarla,gölün 18 metre derinliğinde olduğu, sazanve tatlısu balıkları dışında canlılar olmadığı bilimsel olarak tespit edilerek, geçerliliğini yitirmiştir.

Bozkır’ın batı kesiminde Suğla Gölü mevcuttur. Ahırlı ve Yalıhüyük sınırları içerisinde kalan göl arazisi 61.100 dönümdür. Göl arazisi DSİ Beyşehir Gölünün tahliye deposu olarak kullanılmaktadır. Göl, güneyindeki Toroslar'dan inen kuvvetli yağışlarla beslenmektedir. Yağışların az olduğu yıllarda göl suyu çekilmekte ve göl sahasında ekim yapılmaktadır.

Bozkır ilçemizin köyleri:
1. Akçapınar Köyü 2. Armutlu Köyü 3. Arslantaş Köyü 4. Aydınkışla Köyü
5. Ayvalca Köyü 6. Babuşçular Köyü 7. Bağyurdu Köyü 8. Baybağan Köyü 9. Bozdam Köyü10. Elmaağaç Köyü 11. Hacılar Köyü12. Hacıyunuslar Köyü13. Işıklar Köyü14. Karacaardıç Köyü 15. Karacahisar Köyü 16. Karayahya Köyü 17. Kayapınar Köyü 18. Kayacılar Köyü 19. Karabayır Köyü 20. Kınık Köyü 21. Kızılçakır Köyü 22. Kildere Köyü 23. Kovanlık Köyü 24. Kozağaç Köyü 25. Kuşça Köyü 26. Küçükhisarlık Köyü 27.Pınarcık Köyü 28. Sazlı Köyü 29. Soğucak Köyü 30. Tarlabaşı Köyü 31. Taşbaşı Köyü 32. Tepearası Köyü 33. Tepelice Köyü 34. Ulupınar Köyü 35. Yalnızca Köyü 36. Yazdamı Köyü 37. Yelbeği Köyü 38. Yolören Köyü 39. Yeniköy Köyü

Bozkır Ekibi:

Bozkır'da "ekip" ve çalgı geleneği kuşaktan kuşağa aktarılmış günümüzde de yaşanan bir değerdir. Konya- Bozkır tavrı salt müzik notası değil bir yaşam biçimi ve kültürdür. Yöre geleneğinde "tavır" Anadolu'nun diğer coğrafyalarına göre oldukça fark gösterir. Halk çalgılarının yanında batı enstrumanları da birlikte kullanılır. Keman ve klarinet baglama ve udla birleşir. Bu farklı bir aheng getirir ve özgün bir yapı oluşturur. Çalınan parçalar makamlı ve bir sıra içinde icra edilir. Bu makamlardan Hicaz, Neva Hicaz, Hüseyni, Uşşak, Saba sadece birkaçıdır. Çok sayıda makam vardır. Bozkır'a has en önemli gelenek bu çalgı ile oynanan oyunlardır. Oyun en az iki kişi veya fazla olarak elde kaşıklarla oynanır. Her türkünün oyunu farklı ve kurallıdır.

Bu halk sanatını icra eden Bozkır Ekibi sanatçıları çekirdekten yetişmiştir. Usta çırak ilişkisi içinde yetişen "gelenekten geleceğe" bu sanatı taşıyan "Bozkır Çağlayan Ekibi", Bozkırda yaşamakta ve halen faal olarak çalışmaktadır. Yıllardır sayısız düğün, nişan, festival ve konserlerde etkin rol almıştır.

Not : Sizde kendi çektiğiniz, Konya Bozkır resimlerini veya Bozkır köylerinin resimlerini burada yayınlanmak üzere bize gönderebilirsiniz. Sitemiz, güzel Konya'mızın resimlerini isminizle birlikte yayınlayacaktır.